21 Ocak 2018 Pazar

PANZER VE KÜRT İSYANI - ALMAN DERİN DEVLETİ KILIÇ! BÖLÜM 1

PANZER VE KÜRT İSYANI - ALMAN DERİN DEVLETİ KILIÇ! BÖLÜM 1


FARUK ARSLAN 
TANITIM 



Avrupa’da Artan ırkçılığın merkezi olan Almanya’da, Gladyo’nun Derin Devleti Kılıç, Alman Gençliği Birliği (BJD) ile yabancı düşmanlığını körüklüyor. Son Gladyo olarak tasfiye edilmeden kalan Kılıç, Ergenekon’ı da yöneten derin güç. Almanya’nın Amerikan çıkarlarına hizmet eden Kılıç’tan kurtulma kararı alması halinde Ergenekon sürecinde olduğu gibi ortaya kirli Alman ve Amerikan bağırsakları dökülecektir. Gezi olaylarında ortaya çıkan Kılıç, İstanbul’u ve ülkemizi global ve yerli baronlarla elbirliği halinde Neron’ gibi yakmak istedi. Acaba neden? Gurbetçilerimize yönelik işledikleri cinayetler deşifre olan Kılıç’ın 
Almanya’da BND’nin BKA, GSG9 gibi birimleri ve Neo Nazi Partisi NPD’nin 64 bin üyesi var. Bu nedenle gurbetçi cinayetlerinin delilleri resmen yok edildi. Şimdi NPD’nin kapatılması tartışılıyor. Alman Anayasa Mahkemesi, NPD’nin kapatılma sına karşı çıkıyor, çünkü alman Anayasa Koruma Örgütü’nün bunların içinde çok sayıda ajanı var, onların açığa çıkmasından korkuluyor. Ajanların tasfiye edildiğine kimse inanmıyor. 

Derin Almanlar, uzun süredir vakıfları aracılığıyla, Türkiye`nin, etkin, dinsel ve mezhepsel farklılıklarını ele alıyor, bu farklılıkları derinleştirerek ulus devleti zaafa uğratmaya çalışıyorlar. Türkiye`de cumhuriyetin kuruluş felsefesi olan Kemalizm’in iflas ettiğini ve bu haliyle Avrupa Birliği’ne alamayacaklarını her fırsatta dile getiriyorlar. Türk ulusunun uyduruk ve yapay olduğunu empoze 
ediyorlar. Ayrıca Türkiye`deki, yerel yönetimlere işlerlik kazandırıp, federatif sistemi Türkiye`de tanıtmak ve yerleştirmek, ülkemizde yerli köprübaşları oluşturmak için, çaba sarf ediyorlar. Almanya’da 2000’li yıllardan beri derin ve organize işler konuşuluyor. Bu kitapda şu dört soruya yanıt veriliyor: 

Asıl soru: Türkiye’de Alman vakıfları ve derin devleti Kılıç’ın üç atlısı olan BND, BKA ve GSG9 acaba Türkiye’yi kaosa sokmayı amaç eden Ergenekon soruşturma sının neresinde yer alıyor? Yoksa yer alamıyor mu? 

İkinci temel soru: Acaba Türkleri hedef alan cinayetler, Alman makamların söylediği gibi gerçekten yasadışı faaliyet gösteren bir çetenin işi mi? Yoksa Alman derin devletinin İslamfobisiyi kullanarak gurbetçilerimizi kovmak için gerçekleştirdiği bir siyasi ve stratejik seri operasyon mu?... 

Üçüncü ana soru: Tüm NATO ülkelerinde Soğuk Savaş döneminin Gladyoları ortaya çıkarıldığı ve tasfiye edildiği halde Alman derin devleti Kılıç’a neden kimse dokunamıyor? Alman Gladyosu ile Türk Gladyosu Ergenekon arasındaki ilişkinin boyutu nedir? 

Dördüncü soru. Kılıç neden Gezi olaylarıyla İstanbul isyanı çıkardı, hedefi nedir? 
Alman Gladyousu ortaya çıktığında Alman ekonomisi krize girecek, politik ortamı allak bullak olacak ve sonuçta Avrupa Birliği en geç 2020 yılında çökecektir… 

İÇİNDEKİLER 
ÖNSÖZ:ALMAN DERİN DEVLETİ KILIÇ! 
 Birinci Bölüm: GEZİ’DE KILIÇ ÇEKİLDİ 
İkinci Bölüm: ALMAN KILIÇ OTPOR’U KULLANIYOR 
Üçüncü Bölüm: KILIÇ’IN ALEVİ OYUNU 
Dördüncü Bölüm:ALMAN KAYNAKLARINDA BEKTAŞİLİK-ALEVİLİK 
Beşinci Bölüm: ALMAN VE AMERİKAN GLADYOLARIN TÜRKİYE SAVAŞI? 
Altıncı Bölüm: KILIÇ’IN AKINCILARI: ALMAN VAKIFLARI 
Yedinci Bölüm: KILIÇ’IN KÜRT VE SURİYE POLİTİKASI 
Sekizinci Bölüm: OSMANLI’DA ALMAN DERİN DEVLETİ 
Dokuzuncu Bölüm: Alman Derin Devletinin Baronu: RUDOLF VON SEBOTTENDORFF 
Onuncu Bölüm: KILIÇ’IN GİZEMLİ ÖRGÜTLERİ 
On Birinci Bölüm: GEHLEN’IN KILIÇ’I 
Onikinci Bölüm: GEHLEN SONRASI KILIÇ 


ÖNSÖZ 

ALMAN DERİN DEVLETİ KILIÇ! 


Giriş, önsöz kısmını biraz uzun yazdım, ünlü Alman düşünür Goethe’nin dediği gibi; “Uzun yazdığım için hakkınızı helâl edin, kısa yazacak vaktim yoktu.” Şahsen, Alman istihbaratı ile ilk tanışmam Şermin adında gazeteci olarak çalışan bir ajanları vasıtasıyla Ankara’da 1998’de olmuştu. Şermin Yeni Şafak 
gazetesinde diplomasi muhabiri olarak çalışıyordu. Milli Gazete’den bir Türk genci ile Mersin’in Mut ilçesinde daha yeni evlenmişti. Asıl adı Sonja idi. Alman kraliyet ailesi Habsburg’un Bosna Hersek kolundan geliyordu. Anneannesi Habsburg hanedanına gelin olarak gitmişti. Babasının Almanya’da halen bir şatosu, üzüm bahçeleri ve şarap fabrikası vardı. 8 dil biliyordu ve bunlardan 6 tanesini anadili gibi konuşuyordu. Almanca, Türkçe, Boşnakça, İngilizce, Hırvatça ve Sırpçası mükemmeldi. Yahudi Hebrew dilini ve Fransızcayı anlıyordu. Böylesine donanımlı bir muhabire Yeni Şafak’ın verdiği asgari ücret o zaman ilgimi çekmişti. Şermin 1999 yılı başında birden en iyi gazeteci arkadaşım oluvermişti. Almanca bilmem nedeniyle bana her geçen gün daha da yakınlaştı. Şermin artık bana‘dokturcum’ diye hitap ediyordu. 

Şermin sayesinde Alman istihbaratının Ankara’daki tüm merkezlerine, büyük yatırım alanlarına, vakıflarına, enstütülerine ve büyükelçiliğine serbestçe girdim, çıktım. Almanların Türkiye’deki yatırımlarını tanıtan haftalık bir geziye katıldım. Gezinin özellikle Bursa, Eskişehir ve Kocaeli ayakları çok etkileyiciydi. Bosh’un fabrikasını gezerken, Alman derin devletinin ülkemizde ne kadar derinlemesine nüfuz ettiğini ve emin adımlarla ilerlediğini fark ettim. Dört bin Alman şirketi ülkemizde faaliyet gösteriyordu ve ortak ticaret hacminde Almanya aleyhimize ilk sıradaydı. Almanya’nın Ankara Büyükelçiliği tarafından 2000 yılının Eylül ayının son haftası ve Ekim ayı başında bir grup gazeteci ile birlikte Almanya’ya davet edildim. Tüm bu faaliyetleri ayarlayan, beni bilgi almak için kullandığını düşünen Şermin idi. Ben ise bu durumu fark ettirmeyerek bilgi topluyordum. Başka bir deyimle ilişkide ‘safı’ oynama rolü bana düşmüştü. ‘Rolüm’ gereği bir süre zokayı yutmuş bir balık görüntüsü verdim. Almanya hükümetinin resmi davetlisi olarak gittiğim ‘Almanya'da Göç, İltica ve Alman Hukuk Devleti' konulu, bir haftalık Almanya gezisi beni Almanların gücü ve oyunları konusunda aydınlattı. Diğer süper güçler karşısında küçümsediğim Almanların daha derin çalıştığını gözlemledim. Geziden sonra Almanya hakkındaki fikirlerim hiçbir zaman eskisi gibi olmadı. Kısacası ben de ‘değişmiştim’. 

1 Ekim 2000 senesinde, Almanya’nın Berlin kentinde Cem evini ve PKK’nın açtığı anaokulunu ziyaret ettikten sonra kafamda bu kitabı yazma fikri oluştu. Almanya gezisi sırasında, Alman BND, Adalet ve İçişleri bakanlığının üst düzey bürokrat ları, politikacıları ve sivil toplum örgütleri ile direk görüşmeler  ayarlanmıştı. Bu arada Yeşillerin liderleri Cladio Roth ve Cem Özdemir’den ‘derin’ bilgiler aldım. 
Almanya’nın PKK’yı yönettiğini ise Hamburg’da Doğu Enstütüsü Müdürü Udo Steinbach’ı ziyaretten sonra kesinlikle anladım. Bu eser, aslında 12 yıl gecikmiş bir kitapdır. Doç. Dr. Necip Hablemitoğlu’nun Alman istihbaratı tarafından öldürülmesi nedeniyle yazımını sürekli erteledim. 

Yukarıda Alman derin devletinin Türkiye’de ne kadar derinlere kök saldığından bahsetmiştim. Bu ilginin tabi ki bir sebebi var. Aslında Almanya’nın Türkiye ilgisinin nedenleri bir değil oldukça çeşitli. Bazı Almanlar, atalarının Anadolu’dan göç ettiğine inanıyor, Cermen ırkının bir zamanlar Fırat ve Dicle nehirleri 
arasında yaşadığını ileri sürüyorlar. Bu tespiti, ‘Türkiye Kürtleriyle yakından ilgileniyorsunuz da neden İran, Irak ve Suriye Kürtleri ile ilgilenmiyorsunuz?’ sorum üzerine Udo Steinbach yapmış ve eklemişti: ‘AB’ye girmek isteyen sizsiniz, sizi değiştirip, dönüştürmeden, Kemalizm’in diktatörlüğünü sona 
erdirmeden Türkiye’yi içimize alacağımızı mı sanıyordunuz?’ Steinbach şaşırtıcı derecede açık sözlü konuşuyordu. Almanya’nın Ankara Büyükelçisi Dr. Schmith’in odasında neden Türkiye’nin etnik haritasının bulunduğunu bile sordum. Almanya gezide bizimle birlikte olan DSP’nin eski lideri 
MasumTürker’in kardeşi, o dönemde Nokta Dergisi Ankara temsilcisi olan Turgay Türker şunu söyledi: 

‘Bundan sonra kendine dikkat et, bu adamlar peşini bırakmaz. Bizi verdikleri çok gizli ve derin bilgilerin esiri haline getiriyorlar. Alman derin devletine dersini verecek güçte değiliz, bize tepeden bakıyorlar.’ 

Hatırlanacaktır bir dönem Alman ve Türk kamuoyu Almanya’da yaşanan ‘dönerci cinayetleri’ ni konuşuyordu. Bu ülkede Türkler ardı ardına öldürülüyor ve Alman hükümeti yasak savma kabilinden açıklamalar dışında hiçbir şey yapmıyordu. Türklere yönelik Ekim 2011 de işlenen bu 8 Nazi cinayeti deşifre olunca Alman istihbaratı BND’nin gizli hücre orduları sayılan BJD, BKA ve GSG9, nihayet 
tartışılmaya başlandı. Hessen Anayasayı Koruma Örgütü’nün (Bunun Türkiye’ deki karşılığı olarak MİT’teki bölge şubesi düşünülebilir) bir elemanın 6 cinayet sırasında olay yerinde olduğu ortaya çıktı. Aramada 88 kişilik ölüm listesi ortaya çıktı. Ölüm listesinde Türkiye Bonn Başkonsolosu, çoğu dindar Müslüman olan birçok sivil toplum örgüt lideri, Türk diasporasının beyin takımı yer alıyordu. Alman devleti bir yandan resmi kanallarla özür dilerken bir yandan da cinayetlerin arkasındaki derin eli ortaya çıkaracak delilleri kararttı ve resmen devlet arşivinde yok etti. 

Bu durum çok dikkat çekmişti. Prof. Faruk Şen, 2008 yılında Türkiye’deki Referans gazetesinde yayınlanan “Avrupa’nın yeni Yahudileri -Türkler” yazısı nedeniyle Alman hükümeti tarafından Türk Araştırmaları Merkezi’ndeki görevinden alınmış ve daha sonra Türkiye’ye dönmüştü. Şen halen Türkiye’de 
bir Alman Üniversitesi kurmak için çalışan TAVAK Vakfı’nın başkanı. Şen konuyla ilgili şu ilginç şeyleri söylüyordu: ‘Türkiye’nin Almanya’daki Türklere karşı yıllardır sürdürdüğü “vurdumduymazlığın” da payı var. Almanya’da yıllardır çok sayıda, 80 kadar MİT mensubu var. Bunların da Türklere yönelik bu cinayetlerin peşine düşüp, sorumluları bulması gerekirdi.’ 

Almanya’da Enver Paşa Cinayeti 

Diğer yandan her şey ne kadar da Almanya’da işlenen Enver Paşa cinayetini andırıyordu! İttihat Terakki’nin kudretli paşası Almanya’da Ermeni tehcir mağduru bir genç tarafından tek kurşunla öldürülmüş Ermeni genç cezalandırılmak bir yana neredeyse ödüllendirilmişti. Okur Enver Paşa 
cinayetinin ayrıntılarını ve gencin derin Almanya tarafından nasıl korunduğunu aşağıdaki bölümlerde bulabileceğinden şimdi tekrar günümüze dönelim. 

Almanya’nın yoğun Türkiye ilgisi, Ergenekon ile bağlantılarından kaynaklanıyor. Derin Almanlar, uzun süredir vakıfları aracılığıyla, Türkiye`nin, etkin, dinsel ve mezhepsel farklılıklarını ele alıyor, bu farklılıkları derinleştirerek ulus devleti zaafa uğratmaya çalışıyorlar. Türkiye`de cumhuriyetin kuruluş felsefesi olan Kemalizm’in iflas ettiğini ve bu haliyle Avrupa Birliği’ne alamayacaklarını her fırsatta dile getiriyorlar. Türkiye’deki, yerel yönetimlere işlerlik kazand ırıp, federatif sistemi Türkiye’de tanıtmak ve yerleştirmek, için çaba sarf ediyorlar. 

“Alevi İslamı” adında müslümanlıktan soyutlanmış bir Alevi kimliği oluşturma projeleri de hızla devam ediyor. Militan Kürtleri siyasileştirip Türkiye’nin başını ağrıtma politikasını sabırla uyguluyorlar. 

Son Gladyo olarak tasfiye edilmeden kalan Alman Kılıç, aslında Ergenekon’u da yöneten paralel güçlerden biridir ve daha derindir. Almanya’nın Amerikan çıkarlarına hizmet eden Kılıç’tan kurtulma kararı alması halinde Ergenekon sürecinde olduğu gibi ortaya kirli Alman ve Amerikan ilişkileri dökülecektir. 

Diğer yandan, Almanya'da milliyetçi duygular ve eylemler genellikle nasyonel sosyalist geçmişin getirdiği bir tür utanma duygusu nedeniyle bastırılır ve hoş görülmez. Aşırı milliyetçilik ve özellikle ırkçılık çeşitli yasalarla sınırlandırılmış veya yasaklanmıştır. Fakat derin devletin işleyiş mantığı devletlerin resmi 
söylemleri ve eylemleriyle her zaman uyuşmuyor. Almanya’da 2000’li yıllardan beri derin ve organize işler konuşuluyor. Almanya’da 2000 ile 2006 yılları arasında sekiz Türkiyeli ve bir Yunanlı, Nazi faşistleri tarafından öldürüldü. Ama failler bulunamadı! Almanya’da işlenen cinayetlerin %97’si çözülüyor ve failleri 
yakalanıyordu. Nedense dokuz göçmenin failleri yakalanamadı ve cinayetlerin arkasındaki sır perdesi açığa çıkarılamadı! Bu cinayetlerin ırkçı motivlerle işlenmiş olduğunu kanıtlayacak deliller olmasına rağmen, soruşturma başka yöne kaydırıldı. Alman polisi, cinayetlerin “ırkçı bir bağlantı“ ile işlendiği iddialarını kabul etmemişti. Kasım 2011’de bir banka soygununun ardından hırsızların intihar etmesi, sonra bir evi ateşe veren kundakçının yakalanması Almanya’nın ‘Susurluk kazası’ oldu âdeta. Dokuzu Türk on kişiyi öldüren cinayet şebekesinin ucu Alman Ergenekon’una çıktı. Tüm bu olgular çete üyelerinin Alman Anayasa Koruma örgütü adı verilen 'derin devlet yapılanması' ile bağlantılı olduğu kuşkularını kuvvetlendiriyordu. Ortaya çıkan kimi bilgiler sadece buz dağının görünen kısmıydı. Soruşturmalarda Alman devletinin imajının sarsılmaması için, kimi ajanlara fatura kesilmesi veya suçun PKK’nın, Türk mafyasının üzerine atılması dahi planlandı. Her şey açıktı: Nazi çetelerinin açığa çıkarılmaması için Kılıç, mücadele ediyordu. Ancak Nazi terör hücresinin ortaya çıkmasıyla birlikte, tepki eylemleri de yükselmeye başladı. 

Göçmen örgütleri ve anti-faşist gruplar eylemler yapıyor ve derin devlet
ilişkilerini teşhir ediyordu. 

Aşırı sağcı terörün en büyük darbeyi Alman istihbarat birimlerine vurduğunu söylemek yanlış olmazdı. 

Özellikle medya, terörle mücadeleden sorumlu birimleri artık sert bir şekilde eleştiriyordu. Tarihlerindeki en ağır eleştirilerle karşı karşıya kalan istihbarat birimleri, Aşağı Saksonya Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın hata yaptıklarını ifade etmesinin haricinde suskunluğunu korudu. Tartışmaların merkezinde Anayasayı 
Koruma Teşkilatı’nın beş binden fazla çalışanı ve 300 milyon avro bütçesinin olması vardı. İşin daha da ilginç yanı Amerikalıların yürüttüğü çalışmalar ve harcadığı milarlarca dolarlık bütçeler, çalıştırdığı elemanlar kamuoyundan hep gizlenmişti. (3) Ülke derin ABD’nin uydusu gibiydi. 

Başbakan Ve Dananın Kuyruğu 

Almanya’da işlenen dönerci cinayetleri Alman vakıfları derken Almanya artık başka yüzüyle Türkiye’ye gözükmeye başlamıştı. Dananın kuyruğu da bundan sonra koptu! Başbakan Tayyip Erdoğan, Makedonya gezisi dönüşünde 3 Ekim 2011’de, Avrupa başkentlerinde oldukça dikkat çekecek ve Türkiye ile Almanya arasında yepyeni bir tartışmaya sebep olacak bir iddia ortaya attı: 

“Alman vakıfları güneydoğu ve doğudaki projeler üzerinden PKK’ya yardım ediyor.” 
 Başbakan Erdoğan, uçakta gazetecilere şu dikkat çekici açıklamayı yapmıştı: 
“Dünyada, Türkiye'de de faaliyet gösteren öyle vakıflar var ki bunlardan çok rahatsızım. Özellikle bir Alman vakfının bölgedeki faaliyetleri çok dikkat çekici. CHP ve BDP'li belediyelerle çalışıyor. Onlarla kredi sözleşmesi yapıyor. Bu tabii vakıf adı altında aslında bir fon. Sözleşmeyi yaparken de şu müteahhit firmaya 
vereceksiniz diye şart koşuyor. Bu ilginç. Bu yolla resmen PKK'ya para gönderiyor o vakıflar. Ama tabii teknik takipte ortaya çıkan bazı noktalar var. Almanlara zaman zaman bu konudaki rahatsızlığımızı dile getirdik. Bir sonuç alamadık. Ama rahatsız olduğumu söyleyebilirim.”(4) Mesaj ve adres oldukça net ve açıktı. 

Alman vakıfları açıklamaya "öfkeli" ve "şaşkın" tepki verdiler. Erdoğan'ın neden bu açıklamayı yaptığı bana göre açıktı. Alman vakıfları, 9 yıl önce "casusluk" suçlamasıyla mahkeme önünde çıkmış, ancak söz konusu vakıflar mahkemede iddiaya göre Ergenekon tarafından zorla beraat ettirilmişti. Bu vakıflar PKK’yı 
siyasileştiriyor ve Ankara’nın üzerine sürüyorlardı. Üstelik bunların Türkiye’deki gizli yapıları polis ve askeri istihbarat tarafından 5 Haziran 2011’de Diyarbakır’da ele geçirilen bir ajandaki harddrive disk sayesinde öğrenilmişti. Devam eden KCK davası sürecinde polisin eline binlerce döküman ve itirafçı geçmişti. Artık mızrak çuvala sığmıyordu. 

Acaba Alman vakıflarına haksızlık veya yargısız infaz mı yapılıyordu? 

Hemen belirteyim ki, Alman vakıfları ile ilgili iddialardan hukuki bir sonuç çıkmayacaktır. Çünkü, bunlar illegal kuruluşlar değildir. Yaptıkları her şeyi hukuki kılıfa uydurma imkanına sahiptirler. Hukuk dışı eylemler ise zaten farklı yollardan yapılmaktadır. 

Ayrıca vurgulamakta yarar var; bazı vakıf ilgililerinin BDP'li belediyelere yaptıkları ziyaret delil olmaz. Çünkü, Avrupa'dan her sene yüzlerce parlamenter ya da yetkili gelip Güneydoğu'da bir dizi ziyaretlerde bulunuyor. Sanıyorum tüm bu ziyaretler ilgili birimlerin gözetimi altındadırlar. Bu sebeplerle, Başbakan’ın 
şikayetçi konumunda olması düşündürücüydü. Başbakanın amacı, muhtemelen Alman vakıflarının faaliyetlerini Türkiye’de yasaklamak ve Alman ajanlarını sınırdışı etmek değil, sadece aba altıntan sopa göstermek ve bazı odaklara mesaj veya gözdağı vermekti. Başbakanın delillerinin ne olduğunu bu kitabı 
okuduktan sonra daha iyi anlayacaksınız. 

2002’de faili bir meçhul suikasta kurban giden Doç. Dr Necip Hablemitoğlu, Alman vakıfları meselesini gündeme taşıyan ve bu konunun üzerine giden ilk isimdir. Hablemitoğlu, bugün en çok adı geçen Friedrich Ebert Vakfı başta olmak üzere belli başlı 6 Alman vakfının Türkiye'deki bazı siyasi kuruluşlara ve PKK'ya 
akıttığı paraların izini sürüyordu. Hablemitoğlu’nun ismi, öldürüldüğü 18 Aralık 2002 tarihinden 6 ay önce Alman istihbaratları BND ve BKA çalışanlarının hazırlamış olduğu raporda: 

 ”Hablemitoğlu'nun Alman vakıflarını ve şirketlerini araştırdığı ve bu konuda çıkan kitabının da raflardan mut laka indirilmesi gerektiği” şeklinde geçiyordu. 

 Hablemitoğlu hem bu bilgiyi hem “sıcak takipte” olduğunu yakın çevresine aktarmıştı. Cinayetten sonra soruşturma bu yönde bir süre devam etmiş, daha sonra Alman vakıfları konusu soruşturma kapsamından çıkartılmıştı. Ergenekon soruşturmaları başlayınca Hablemitoğlu dosyası da yeniden önem kazandı. 

Hablemitoğlu, öldürülmeden bir yıl önce yayımladığı “Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası” adlı kitabında, “Konrad Adenauer Vakfı, Körber Vakfı, Alexander von Humboldt Vakfı, Friedrich Ebert Vakfı, Friedrich Naumann Vakfı, Heinrich Böll Vakfı, Hans Seidel Vakfı özellikle dikkat çekenlerdir” diyor ve 
Alman Orient Enstitüsü, Goethe Enstitüsü, Alman Kültür Merkezi, Georg Eckert Enstitüsü, Fian Örgütü'nün Türkiye'deki faaliyetleri ve hibe politikalarının mutlaka izlenmesi gerektiğini vurguluyordu. 

Hablemitoğlu, CHP ile Ebert Vakfı arasındaki ilişkiden de ilk bahseden araştırmacılar içindeydi. Ayrıca bu vakıflarla CHP arasındaki ilişkileri de ortaya koyuyordu. Hablemitoğlu kitabında şu bilgileri veriyordu: 

“Bu vakfın bilinmeyen faaliyetleri bilinenlerin çok çok üzerindedir. Örneğin, 24 Haziran 2001'de, Türkiye'ye gelen Almanya Adalet Bakanı Herta Daubler-Gmelin ile ‘özel' Türk vatandaşı arasındaki ‘özel enformasyon' görüşmesini, Friedrich Ebert Vakfı'nın Türkiye Temsilcisi Hans Schumacher organize etmiştir. TÜSES Genel Sekreteri ve CHP Beşiktaş İlçe Örgütü üyesi Nilüfer Mete'nin de aralarında bulunduğu kişiler ile Alman Bakan'ın görüşmesi Alman Konsolosluğu'na ait Tarabya'daki Konukevi'nde gerçekleşmiştir.” (6) 

Özel Alman Timi Türkiye’de 

Hablemitoğlu, Alman hükümetinin söz konusu vakıflara doğrudan bütçe ayırdığını ve milyar euroları bulan bu bütçelerin önemli bir kısmının Türkiye'de hibe yoluyla kullandırıldığını da ilk olarak belgeleriyle yazan isimdi. Hablemitoğlu neredeyse dağa çıkan her PKK militanının bu vakıflar tarafından maaşa 
bağlandığını belirterek, söz konusu hibelerin bir takım sivil toplum kuruluşları ve belediyeler vasıtasıyla örgüte ulaştırıldığını da dile getiriyordu. Hablemitoğlu araştırmalarının takibini yapamadan öldürüldü. Hablemitoğlu cinayetinde bugün Çeçenlere yönelik Rusya'nın yaptığı yargısız infazların bir benzerinin yapılmış olabileceği üzerinde de duruluyordu. Hablemitoğlu cinayetinden 3 gün önce Alman BND bağlantılı 9 kişilik GSG9 timinin İstanbul'a geldiği, bu timin Havaalanı'ndan diplomatik pasaportlarla giriş yaptığı öne sürülüyordu. Ayrı timin Hablemitoğlu öldürüldükten iki gün sonra gizli bir biçimde Türkiye'den ayrıldığı tespit edilmişti. O dönem bu grubun Türkiye'ye neden geldiğinin üzerine gidilemedi. (7) Ankara’nın eli Almanlara karşı hep zayıf oldu. 

Alman Vakıflarının faaliyetlerini dile getiren en yetkili ağızlardan biriside eski başbakanlardan Bülent Ecevit idi. Ecevit, 1991'de DSP Genel Başkanı olarak yaptığı bir açıklamada, CHP Genel Başkanı iken bu vakıfların kendisine de para teklifinde bulunduğunu ifşa ediyordu: ‘Bir yabancı Vakfın şube yöneticileri, 
ellerinde bir çanta dolusu parayla bana geldiler. O zaman yanımda başkaları da vardı. Bana uluslar arası Sosyal Demokrat hareketi adına yardım etmek istediklerini söylediler. Sonra da çantayı açıp parayı ortaya koydular. Ben hemen cevabını verdim. Böyle bir yardımın kanuna aykırı olduğunu söyledim ve teklifi 
reddettim.’ (8) 

Hablemitoğ’lu gerçekten de neden ve nasıl öldürülmüştü? 

Necip Hablemitoğlu’nun kitabında, belki de onu mezara götüren şu satırlar vardı: 
“Alman İstihbaratı Bundesnachrichtendienst (B.N.D, “arka bahçe” olarak nitelendirilen ve ekonomik açıdan “hayat alanı” kabul edilen Yugoslavya, Bulgaristan, Romanya, Arnavutluk, Makedonya, Moldova, Ukrayna, Beyaz Rusya, Estonya, Letonya, Litvanya, Azerbaycan, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan, Rusya Federasyonu, Çin Halk Cumhuriyeti, Afganistan, İran, Türkiye ve Irak gibi ülkelerin yeraldığı geniş bir coğrafyada, Alman Devleti’nin çıkarlarını koruyup kollama görevini fonksiyonel biçimde yerine getirmektedir. Klasik istihbaratçıların yanısıra, ilgili tüm ülkeler hakkında “key-man’s” niteliğinde özel olarak hemen her alanda, örneğin filolog, tarihçi, araştırmacı-gazeteci, antropolog, sosyal antropolog, arkeolog, sosyolog, mühendis, çevreci, insan hakları uzmanı, sanatçı, sanat tarihçisi, ruhban, asker, demografi uzmanı, tıpçı, ziraatçı, siyaset bilimcisi, halkbilimci, jeolog gibi farklı meslek dallarına mensup elemanlar da istihdam edilmektedir. Alman Servisi BND’nin, A.B.D. ve İngiliz Servislerinin nitelikli profesyonel kadrosuna oranla daha fazla “gönüllü” elemana sahip olmasının temelinde, bu toplumun adeta genlerine işlemiş milliyetçilik duygularının ve de bilincinin yattığını kabul 
etmek gerekir. Aynı duruma İsrail’de de rastlamak mümkündür. İsrail’de de tüm Yahudilerin -ister A.B.D., ister Rusya Federasyonu ve isterse de dünyanın herhangi bir yerinde yaşasın- birer doğal Mossad elemanı olduğu kabul edilir. Nasıl Yahudiler için Mossad’a çalışmak ve görev verildiğinde sorumluluk üstlenmek ve yerine getirmek bir ulusal onur-dinsel vecibe olarak kabul ediliyorsa, aynı durum Almanya için de daha yumuşatılmış olarak böyledir. Ancak, Almanya, profesyonel istihbaratçıların yanısıra, yukarıda da belirtildiği gibi akademisyenlerden, gazetecilerden ve de avukatlardan fazlasıyla yararlanmaktadır. Alman Servisi, adeta küçük bir avukat ordusuna sahip bulunmaktadır. “Hayat Alanı” ya da “Arka Bahçe” olarak nitelendirilen hedef ülkelerdeki azınlıkların her türlü legal-illegal ve hatta terörist örgütlerinin 
temsilcilerine, militanlarına kendi ülkesinde yaşama hakkı tanımaktadır. Bu iş için Kiliselerden Mason localarına kadar pekçok kuruluşu ve özel olarak oluşturulan yardım (!) amaçlı sivil toplum örgütünü (NGO) kamuflaj olarak kullanan Alman Servisi, buralarda “ajan” olarak kullanabilecekleri işbirlikçileri saptama ve yetiştirme fonksiyonunu yerine getirebilmektedir. Keza, hedef ülkelerdeki yetenekli, gelecek vaad eden ve Almanya’ya karşı önyargısı bulunmadığı anlaşılan politikacıların, özellikle de etnik ve dinsel sorunu 
mevcut olan politikacıların yanısıra, genç akademisyenlere de akademik nitelikli burs dağıtan vakıflar yolu ile deyim yerinde ise “çengel” atılmaktadır. 

Saptanmış eleman adaylarına belli bir yönlendirme sürecinin sonunda gereksinim duydukları alanda her türlü destek sağlanmaktadır (tıpkı A.B.D. ve İngiltere’de sözkonusu olduğu gibi). Almanya’da yaşayan yabancılardan sözkonusu standarda sahip olan, bir başka deyişle nitelikli gençlere aynı yolla “çengel” atılırken, kontrolünde güçlük çekilen ama işe yarayan militan-teröristler de avukatlar aracılığıyla sevk ve idare edilmektedir. Örneğin, kabul edilebilir eylem sınırlarını aşan, Alman Devletine ters düşen ya da dıştaki imaj açısından tutuklanması gerekenler, gözaltına alınmakta; sonra da bağlantılı avukatlar devreye sokulmaktadır. Gözetim süresinde pazarlık ve yönlendirme yapıldıktan sonra, tutuklananlar kontrollü olarak ama Alman Servisinin denetiminde serbest bırakılmaktadır. Hiç bir ülke Servisinde bulunmayan bu kadar çok avukat, Alman “Derin Devleti”nin karakteristiğini oluşturmaktadır.” (9) 

Ünlü eski MİT mensubu Mehmet Eymür, faili meçhul kalan araştırmacı Necip Hablemitoğlu cinayeti ile Danıştay baskını arasındaki ilginç bağlantılara dikkat çekiyordu: ‘Hablemitoğlu, askeri ihalelerle ilgili bilgi sızdıranca Ergenekon’un hedefi haline gelmiş olabilir... Hablemitoğlu Almanların ve Alman vakıflarının Türkiye üzerindeki faaliyetlerini açığa çıkaran yayınlar yapıyordu. Görünen hedefi, Almanların Türkiye üzerindeki etkinliğini kırmaktı. Ben o yayınların hiçbir zaman Hablemitoğlu'nun kendisi tarafından kaleme alındığını sanmıyorum. Çünkü onu aşan bilgiler vardı ve yazılar, resmi yazışma dilini andırıyordu.’ (10) 

Derin Devlet Ekonomisi 

Peki Alman vakıfları bu kadar parayı nereden buluyordu? Bu soruya cevap vermek çok zor değil. Alman derin devletinin ekonomi ayağı çok güçlüdür. Diğer yandan İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Amerikan sermayesiyle iç içe giren Alman tekelci sermayesinin bugün bir ayrılış sürecine girmiş olması 
Kılıç’ın sonunu getirebilir. Bu gelişmenin en medyatik olanı 2009’da Daimler-Craysler ayrılığı ile yeni gerçekleşen Opel-General Motor ayrılığıydı. Bu süreç ekonominin diğer alanlarında da yaşanıyor. Alman sermayesi artık Amerikan ekonomik altyapısını gerçekdışı sanal, hantal görüyor ve yeni dönemin yeni 
ihtiyaçlarına uygun bulmuyor. Bu gelişme, gelecekte Avrupa Birliği'nin özerk politikalar uygulaması durumunda, ortak şirketler üzerinden Amerika'nın Avrupa'ya müdahale etme şansını elinden alıyor. 

Burada, Bush yönetiminin Irak'a askeri müdahalesine Berlin hükümetinin açıktan muhalefeti sonrasında, General Motors'un Avrupa'daki bazı üretim merkezlerini kapatacağını açıklamasıyla yaşanan infiali hatırlamak gerekiyor. Almanya, ülkesindeki Amerikan askeri sayısını 2003’den beri inanılmaz oranda azalttı. Bir diğer dikkat çeken gelişme de, şimdiye kadar dünya ekonomisinin Suudi sermayesinin Amerika'ya gittiği yönündeki ezberin de bozulma eğilimine girmiş olmasıydı. Örneğin, Suudi Arabistan kraliyet ailesi 2.5 milyarlık bir başlangıç sermayesiyle Daimler'e ortak oldu. Almanya’ya 2001’den beri 250 milyar dolar Arap parasının aktığı, açıklanmayan bir gerçek. Alman basını, büyük şirketlerin, Arap petrol zenginleriyle ortaklık pazarlığı haberleriyle doluydu. Gerçekten de Alman Ekonomi Bakanlığı bu süreci koordine etmek amacıyla, bakanlık bünyesinde bir özel masa kurmuş bulunuyordu. Petro-Dolar'ın post 11 
Eylül döneminde Amerikan piyasasından çekilerek, yeni alanlar aramaya başladığı, burada da yüksek teknoloji ve altyapıya sahip Alman şirketlerinin cazip olduğunu söylemek mümkündü. Ortadoğu'da siyasi itibarı yüksek olan Almanya açısından bu gelişmenin Amerika ile rekabette önemli siyasi sonuçlar 
doğuracağı açıktı. (11) Almanya’nın Amerikan çıkarlarına hizmet eden Kılıç’tan kurtulma kararı alması halinde Ergenekon sürecinde olduğu gibi ortaya kirli Alman-ABD derin devlet ilişkileri ortaya dökülebilirdi. Almanlar, Kılıç’tan kurtulma savaşı vermezse bağımsız devlet olmazlardı. Türkiye’nin Ergenekon’la mücadelesi onlar için en güzel modeldi. 


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder