PANZER VE KÜRT İSYANI, KILIÇ’IN ALEVİ OYUNU BÖLÜM 1
FARUK ASLAN,
Şimdi de başlangışta yerel bir hareketmiş gibi gözüken ama gün geçtikçe öyle olmadığı
ortaya çıkan Gezi eylemlerinin arka planına biraz daha göz atalım. Almanlar, Gezi
olaylarında Kılıç’ın tüm hatlarıyla savaşa girmişti, keza İran’da tüm hatlarıyla savaşa girdi, Suriye destek verdi, İngiltere eylemlerin büyümesi ve duyurulması için elinden geleni yaptı. Aydın Doğan Grubu, medyasıyla-ki asıl sahip Almanlar olduğu için başka türlü yapma şansı yoktu- Alman vakıfları ilaç ve yemek temin etmesiyle, Migros, katılımcıların insani ihtiyaçlarını karşılamasıyla, Doğuş grubu ve birçok diğer banka -İş Bankası zaten CHP'nin olduğu için onların da başka türlü yapması mümkün değildi- orada birikmiş insanlara hizmet ettiler.
Başlangıçta tüm amaç ağaçların kurtarılmasıyken kısa bir süre sonra sloganlar değişti. Artık tüm eleştiriler yalnız ve yalnızca Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı işaret etmeye başlamıştı. Tüm bunlara paralel olarak Almanya’da Aleviler ayağa kaldırıldı ve 2007’de Cumhuriyet mitinglerini düzenleten el yine sahne aldı.
Burada Yeni Şafak gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül'ün literatürümüze
kazandırdığı bir kavramdan bahsetmek istiyorum: Alman Ergenekonu! Bu kavramı ilk
olarak Ergenekon soruşturması döneminde Almanya'da başlayan gurbetçi evlerinin
kundaklanması meselesi sırasında kullandı İbrahim Karagül. Daha sonrasında 2008 yılında
Almanya'da başlayan Deniz Feneri E.V davası süreciyle ilgili yazılarında da Alman
Ergenekon’u ifadesini gördük. Şimdilerde Türkiye’nin her noktasını harekete geçirmeye
çalışan bir "sokak" var görünüyor. Bu "sokağı" Gezi'ye, Taksim'e, Kuğulu'ya, Kızılay'a,
Dolmabahçe'deki Başbakanlık Ofisi'ne ya da Başbakan'ın Keçiören'deki Konutu'na yönelten
itici gücün ne olduğu sorusu karşımızda önemli bir soru olarak duruyor. Tam da bu sırada
bu soruya cevap olabilecek nitelikte bir takım işaretler beliriyor. Önce Almanya'nın dev
bankası Deutsche Bank'ın Borsa'da yaptığı işlemler tartışılmaya başlanıyor…Ardından
Alman medyası, Taksim ve Gezi'ye kilitleniyor ve Başbakan Erdoğan'ın şahsına yönelik
hakaretler ve aşağılamalar Alman medyasında her gün dozu artırılarak yazılıp çiziliyor.
Bütün bu olup bitenlerin elbette bir anlamı var. Türkiye'nin yakın tarihinden örnekler
vermeden önce iki meseleyi hatırlatmak istiyorum: Birincisi İttihat ve Terakki'nin 1908'de
ihtilal yaparak iktidara gelmesinden sonra Almanya ile kurduğu girift ilişkiler.
İkincisi, İngilizlerin Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması aşamasında Türkiye’ye dayattığı
Lozan'ın bir uzantısı olarak Tekke ve Zaviyelerin kaldırılması ile nasıl bir fay hattını
oluşturulduğu.
ALMAN BAŞSAVCISI: ÇİLLER EROİN KAÇAKÇISIDIR, YOK YOK DEĞİLDİR
Şimdi de yakın tarihte Alman derin devletinin Türkiye üzerinde ne tür operasyonlar
yaptığını anlatan alıntılarla devam edelim. İlk olarak, eski Başbakanlardan Tansu Çiller'in
danışmanı Hüseyin Kocabıyık'ın a Haber'de yaptığı çarpıcı açıklamalara yer verelim.
Kocabıyık, a Haber'deki programda 1997'de dönemin Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri
Bakanı Tansu Çiller'e kurulan tuzağı şöyle anlatıyordu: "10 Orta Avrupa ülkesinin NATO
ülkesi olma durumu vardı. Türkiye bunu veto etti. Hemen Almanya'da devlet destekli bir
kampanya başlatıldı. Alman Başsavcısı Çiller'in eroin kaçakçısı olduğunu iddia etti. Bir gün
'Belge sahteymiş, yanlışlık oldu' dediler.’’
Aynı programda Türkiye'deki uluslararası yardım kuruluşları (NGO ) etkisine de değinen
Kocabıyık, "Dünyanın herhangi bir yerinde bir felaket olduğunda bu yardım kuruluşları
gidiyorlar, Türk bayrağını asıyorlar ve büyük kaynakları transfer ediyorlardı. Deniz Feneri
Derneği bunların en başında geliyordu. Bir an geldi o kadar etkili çalışmalar yaptı ki
Almanya bundan rahatsız oldu ve kafasını kopardı, bize geri gönderdi. "
Burada kısa bir parantez açalım ve yine o dönemde Deniz Feneri E.V yöneticisinin Başbakan
Erdoğan'a para verdiğinin iddia edildiğini, daha sonra da tercüme hatası yapıldı açıklaması
yapıldığını dip not olarak belirtelim.
Hüseyin Kocabıyık aynı programda Almanların Alevilere olan ilgisine de vurgu yapıyordu:
"Almanya'da Hz. Ali'den ve Müslümanlıktan koparılmış bir Alevilik düşüncesinin yayılması
için birtakım derneklere olağanüstü Alman yardımlarının olduğu bilinir. Birtakım tuhaf
adamlar çıkar, Aleviliğin Müslümanlıktan ayrı bir din olduğunu söyler. Bunun ardında
Alman derin devleti vardır. Almanlar endüstri devleti olmaktan vazgeçtiler, dünyaya nizam
vermek için Ortadoğu da arzuları var. Türkiye ile işbirliği yapmak istiyor ama Türkiye
bağımsız politika izliyor ve Almanya'nın isteklerine cevap vermiyor. Bu da Almanların işine
gelmiyor."
Hüseyin Kocabıyık’ın bu açıklamaları Hasan Öztürk’e ilham kaynağı oluyor ve Haber 7’deki
yazısında Hüseyin Kocabıyık’ın açıklamalarının Taksim'e çıkan kalabalıkların itici gücünün
ne olduğu konusunda epeyce ipucu verdiğini yazıyordu.
İbrahim Karagül'ün, Gezi olayları sırasında, 21 Haziran'da Yeni Şafak'ta yazdığı yazının
başlığı Alman Ergenekonu idi ve yine Almanya’nın Türkiye’ye olan ilgisi hakkında önemli
ipuçları veriyordu. Yazının son bölümü şöyleydi:
Hatırlatayım-1: Alman Ergenekonu'nun ev kundaklamaları, Türkiye'deki Ergenekon
operasyonlarıyla aynı tarihte başlatıldı. Tuhaf değil mi?
Hatırlatayım-2: 28 Şubat'taki büyük finans operasyonunda Deutsche Bank vardı ve Türk
ekonomisi çöktü. Bu sefer de aynı operasyon yapıldı. Tuhaf değil mi?
Hatırlatayım-3: Bir zamanlar, Alman örtülü ödeneğinden aldığı paralarla terörü fonlayan
vakıflar, şimdi bir başka toplumsal kesimi harekete geçiriyor, fonluyor. Etnik çatışma biter
bitmez bir başka 'kimlik çatışması'nı besliyor.
Almanya'daki Gezi parkı gösterilerinin özellikle Alevi kardeşlerimiz üzerinden organize
edilmesi gerçekten de manidardı.
Son olarak Almanların sürekli etki altında tutmaya çalıştığı Alevi toplumunun sorunlarına
ilişkin sosyolojik tahliller yapan Müfit Yüksel'in 22 Haziran'da Yeni Şafak'ta yazdığı yazının
şu bölümü çok dikkat çekici:
Son yıllarda, kentlere göçün yoğunlaşmasının neticesi olarak, büyük kentlerde birbiri ardınca açılan Cemevleri, 677 sayılı yasa (Tekke ve Zaviyeleri kaldıran HÖ) engeli yüzünden Dergâh ve Zâviye' statüsünde açılamamakta, dolayısıyla, İslam dışı bir zemine itilmesini
kolaylaştırmaktadır. Ayrıca Almanya gibi bir kısım Batı Avrupa ülkeleri bu durumdan
yararlanarak, zamanla ülkelerinde oluşmuş 'Alevi Diasporası' üzerinden Aleviliğin,
Bektaşiliğin İslam'dan ayrı bir din ve Alevilerin 'Gayr-i Müslim Azınlık' olarak tescil
edilmeleri konusunda yoğun bir propaganda kampanyası yürütmektedirler. Bütün bu olup
biteni devletin fark etmemiş olması sanırım mümkün değildi. (19)
Anlaşılan o ki Gezi olaylarının ana planlayıcısı ve finansörlerinden derin Almanya
Türkiye’nin imajını bozma, hükümetini yıpratma oyununu bu kez Aleviler üzerinden devam
ettirmek istiyordu. Diğer yandan Alman istihbarat servisi BND’nin Türkiye uzmanı iki
profesörü ise bu sürece akademik destek sunarak projenin entelektüel yüzünü inşa
ediyorlardı. Alman gizli servisinin adamları Prof. Dr. Tessa Hoffman ve Prof.Dr. Udo
Steinbach Alevileri kullanarak Türkiye’deki iç çatışmaları körükleme niyetini taşıyorlardı.
Hükümet bunun farkında olduğundan Aleviler için kutsal bir değer de taşıyan bataklık
halindeki Gola Çetu Parkı’nın yıkım kararı yeni Gezi parkı olaylarına gebeyken önlemler
alındı. Fakat bu konuda son sözler söylenmiş değil. Dolayısıyla Çorum, Sivas, Malatya,
Hatay ve Mersin gibi seçilmiş hassas illerde Almanlar ve özel harp birimlerinin yeni
hedefleri olabilir. Bu yüzden de bu tür oyunların sona ermeyeceği rahatlıkla söylenebilir.
Türkiye’ye karşı kullanılan Kürt sorunundan sonra bu yeni sinir noktası üzerine gidileceği
muhtemeldir. Aleviler’in İslam dışında bir din olarak lanse edilmesinin ardında da BND
duruyor. Halbuki, Ehli beyt sevgisine dayanan, ehli velayet olan, Alevi dedeliğini bile
peygamberimizin soyundan gelmeye bağlayan Anadolu'daki Alevilik her zaman İslam
geleneği içinde görülmüştür.
Peki Alevilerin İslam dışında bir din olarak lanse edilmesi teorik temelini nereden
almaktadır? İlginçtir bu tür fikirler genelde Türkiye dışında ortaya atılmaktadır. İslam dışı
aleviliğin fikir babası ve teorisyeni de Hamburg’da bulunan Doğu Enstütüsü Başkanı
Prof.Dr. Udo Steinbach’dır. Bu profesör aynı zamanda Taner Akçam gibi Emeni soykırımı
tezini savunan Türk akademisyenler yetiştirmesiyle de ülkemizde tanınmış ve dikkat
çekmiştir. HDP, PKK ve KCK’yı yöneten Steinbach Ankara’ya ve MİT’e PKK lideri Abdullah
Öcalan ile Türkiye arasında arabuluculukta bulunma isteğini defalarca iletmiştir. Halen Marburg Philipps Üniversitesi Yakındoğu ve Ortadoğu Araştırmaları Merkezi Başkanlığı görevini yürüten Steinbach, 1994’den beri yasaklılar listesinde, Türkiye’ye giremiyor. Ancak yıllardır Almanya’da Türkiye’nin Kürt, Laz, Ermeni sorunları konusunda uzman akademisyen ve istihbaratçı yetiştirdiği konunun uzmanlarınca biliniyor. Almanya’ya iltica eden Kürtler ve Alevilerin onlara bulunmaz bir laboratuvar sunduğu ise bir başka gerçek.
Projenin teorisyeninden sonra şimdi de uygulayıcısından bahsedelim. Projenin uygulayıcısı,
Türkiye’de yıllarca Konrad Adenauer Vakfı Türkiye Temsilciliği yapmış Wulf Schönbohm.
Schönbohm, Alman vakıfları ile ilgili açılan davadan beraat etse de, Türkiye’nin Kürt sorunu
konusunda müthiş bir bilgiye sahip, ayrıca insan ve finans kaynaklarına hâkim olmasıyla da
dikkati çekiyor. Bu kişi Türkiye uzmanı olarak derin Almanya'yı yönlendiren beş isimden
birisidir. Kendisi ile tanıştışma fırsatım olmuştu. Schönbohm’ün yardımcısı olan Dirk
Tröndle, PKK’nın siyasileştirilmesi başta olmakla Türkiye’nin başına bela edilecek Alevi
sorunu, Laz sorunu, Zaza sorunu gibi konularda uzmandır. Aysbar adlı bir Türk hanımla
evli ve anadili gibi Türkçe konuşuyor.
Özellikle PKK ile ilgili çalışmalarında ötürü neden 16 yıldır Türkiye’de ‘persona non grata’
(istenmeyen adam) ilan edilmediğini ve nasıl olup da Almanya’nın Ankara büyükelçiliğinde
Ekonomiden sorumlu Büyükelçi yardımcılığına kadar yükselebildiğini anlamak ise zor.
Acaba MİT’in Almanya’da faaliyet gösteren 80 istihbarat elemanını sınırdışı etmemesi
karşılığında mı bu tür şeylere göz yumulmaktaydı? Belki de... BDP’nin ve KCK
yapılanmasının asıl mimarlerından Dirk Tröndle Alevi oyununda da önemli görevler
üstlenmiş durumda. Diğer yandan Gezi olaylarında başta Konrad Vakfı olmak üzere Alman
vakıflarının göstericilere lojistik destek sağlaması, oyunda Almanlar’ın başat rol oynadığını
zaten yeterince göstermedi mi? Doğan medyanın resmiyette yüzde 25'ine aslında ise yüzde
60'ına hâkim olan Axel Springer, yani Bild grubu’nun, ve Der Spigel grubunun Türkiye’nin iç
meselelerine bu denli karışması ne kadar normal?
Ülkemizdeki Alman ajanlarının Alman BND'nin Türkiye istasyon şefidir Dirt’e bağlı
olduğunu da bu konuda önemli bir ek bilgi olarak verelim. Alevi oyununda Alman derin
devletinin kullandığı isim ise Turgut Öker’dir. Öker, 1992-1993 yılında Hamburg Alevi
Kültür Merkezi Başkanlığı, 1993'den 1996'ya kadar Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonu
(AABF) Genel Sekreterliği yaptı. 2000 yılının Ocak ayından bu yana Almanya Alevi Birlikleri
Federasyonu Genel Başkanlığı'nı yürüten Turgut Öker, 2002 yılından 2013'e kadar Almanya
Alevi Birlikleri Konfederasyonu Genel Başkanlığı yapıyordu, halen fahri başkan. 2007'de
Cumhuriyet mitinglerini Alman gladyosunun parası ile organize eden ve Alevileri
meydanlara döken, gurbetten ülkemize protestolar için taşıyan isimdi. Alevi derneklerini
derin Almanya'nın desteklemesi bu günler içindi. Öker' 2007'de Kanada'da yayımladığımız
Canadatürk'e verdiği röportajda şunları söylemişti: ‘1927 yılında Türkiye çapında bir
araştırma var. Bizim eski nüfus cüzdanlarında inancı İslam, mezhebi Alevi” Bundan
Alevilerin mezheplerini nüfus cüzdanlarına rahatlıkla yazdırabildikleri sonucu çıkıyor. O
zaman Türkiye’nin nüfusu 13,5 milyon, Alevi nüfusu ise 4.5 milyon. Bugün ise nüfus 70
milyona ulaştı. O anlamda Türkiye’nin nüfusu gelişirken Alevilerin nüfusunun iddia edildiği
gibi 4,5 milyon olarak gösterilmesi doğru değil. Türkiye’nin nüfusuna göre 25 milyon
olmaları gerekir.
1980 öncesi devrimci hareketin içinden gelen ve Türkiye’de bir yıl hapis yatan Öker, başında olduğu kurumlara da aynı devrimci görüşü aşılıyordu. Konuşmalarında oldukça sert ifadeler kullanan Öker, sünnilerin büyük bir çoğunluğunu şeriatçı faşistler olarak tanımlamaktan geri kalmıyor, AKP hükümetinin sinsi planlarla Alevileri sünnileştirdiğini iddia ediyordu. Aleviliği İslam dışı gördüğünü (Alman derin devleti gibi) ve bu görüşünün
başkanı olduğu kurumlarca da kabul edildiğini söyleyen Öker, buna delil olarak da tekrar
başkan seçilmesini gösteriyordu. Öker her ne kadar son seçimde aday olmasa
başkanlığa Hüseyin Mat seçilse de Alman derin devletinin yardımlarını kuruma o kanalize
ediyor. 2007'deki mülakatta Turgut Öker’in hedefinde sadece AKP hükümeti değil, Fethullah
Gülen ve Aleviliği İslam’ın kendisi olarak gören bir Alevi kuruluşu olan Cem Vakfı’da vardı.
Fethullah Gülen’i Aleviliğin tartışıldığı Abant Platformu toplantısı dolayısıyla eleştiren Öker,
Cem Vakfı ve Başkanı İzzettin Doğan’ı ise bela olarak görüyordu. Almanya’nın bu türden
girişimlerine şahit olduktan sonra denilebilir ki: Son açıklamaları ile Cem Evi ile camiyi
kardeş yapan Gülen, Türkiye’nin Alevilik konusunda sigortası olarak rol oynamaktadır
Alevilik konusunda doğru referans ise İzzettin Doğan'dır.
Bu arada ülkemizdeki mevcut 600 Alevi dedesini İran'a taşıyan, Anadolu Aleviliği yerine
politik Şialık yerleştirmeye çalışanlar da derin Alman istihbarat elemanları ve
akademisyenleridir.
2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder