PANZER VE KÜRT İSYANI, PKK NIN AVRUPADA SİYASALLAŞMA ÇABALARI BÖLÜM 6
Ayrıca Hollanda da eğitim devresinde bulunduğumuz esnada videodan bazı görüntüler seyrettirdiler, bu görüntülerden Abdullah Öcalan’ın idam edilmesi durumunda metropollere gelip eylem yapacak bombacıların ve canlı bombaların eğitim görüntüleri idi, grupların Fedai Gerillaları Gurubu olduğunu söylediler, eğitim gören militanların içerisinde iki bayan bir
erkek olmak üzere 3 militanı seçtiler. Fedai gerillalar grubunda yer alan militanların eğitimi Kuzey Irak veya İran da bulunan kampta verilmekte idi, eğitimden soma Fedai gurubunun metropollere ve turistik beldelere gönderileceğini talimat gereği belirtilen yerlerde eylem yapacakları şeklinde idi. Konseyin talimatı gereği klasik gerilla tipinin değiştiril ererek modem gerilla tipini oluşturacaklar şeklinde talimat geldi…” şeklinde ifadesiyle örgütün Avrupa’da bomba merkezleri oluşturduğunu göstermiştir.
Abdullah Öcalan bilindiği gibi Amerikalılarca yakalandıktan sonra görevliler tarafından 15 Şubat 1999 tarihinde bir uçakla Türkiye’ye getirilmiştir. Öcalan daha uçaktayken yıllardır sarf ettiği sözlerin aksine hareket ederek, kendisine fırsat verilmesi halinde Türkiye’ye hizmet edeceğini ve öldürülmemesi karşılığında örgütü dağıtabileceğini beyan etmiştir.
İtalya’da iken herkesin aktif eylem yapmasını isterken, Türkiye’ye gelince yapılan eylemleri tasvip etmediğini ve bu eylemlere son verilmesini söylemiştir. Öcalan 17 Mart 1999 tarihli avukat görüşmesinde ;
“…başta Med TV’nin yönlendirmesi ile parti adına yapılan eylemlerin derhal durdurulmasını istiyorum. Bu eylemleri kınıyorum. Avukat Ahmet Zeki Okçuoğlu vasıtasıyla gönderdiğim mesaj yerine ulaşmamıştır. Başta Med TV ve diğer basın-yayın organlarında benimle ilgili çıkan haberlerin PKK adına ve Kürt İntikam Tugayları adına yapılan eylemleri doğru bulmuyorum. Özellikle bu eylemleri esefle karşılıyorum…”şeklinde ifade de bulunmuştur.
Buna mukabil, bağımsız Kürt devleti kurma fikrini son yıllarda terk ettiğini, şiddet eylemlerini örgüt içindeki bazı unsurların tırmandırdığını, kendisinin barışın ve demokrasini alt yapısını oluşturmaya çalıştığı yönünde ifadeler kullanmıştır.
Abdullah Öcalan’ın gerek yakalanması, gerek soruşturması ve gerekse de ceza alması ve sonrasında Avrupa’da ve ülkemizde yoğun bir eylem süreci yaşanmıştır. Örgüte müzahir kitle eylemleriyle Öcalan’a destek vermeye
çalışırken, Öcalan farklı bir yaklaşım sergilemiştir.
Öcalan, 1 Haziran 1999’da İmralı adasında başlayan davada Türkiye Cumhuriyeti Ceza Kanunun 125. maddesinden yargılanmıştır. Yargılanması sırasında klasik bir itirafçı tarzıyla hareket etmiştir.
Öcalan, yakalandığı günden itibaren örgütlerin literatürüne göre teslimiyetçi bir tavır sergileyerek, “bana hizmet imkanı verin, eğer bu imkan verilirse her türlü katkıyı yapma hazırım” ifadeleriyle, devlet organları ile işbirliği yapmak istediğini ifade etmiştir.
Öcalan savunmasında; “Yakalandığım günden, barış için yaşayacağım sözünü verdiğim günden bugüne kadar kaba bir baskı, söz, hakaret ve işkence görmediğimi belirtmek istiyorum…Cumhuriyet ekseninde barış ve kardeşlik için devletin hizmetinde çalışma isteğimi ve kararlılığımı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bu konuda gösterdiği yaklaşımı, saygın yaklaşımın bir gereği olarak ben de bu düzeydeki bir kararlılığımı ben de saygı ve şükranla belirtmek istiyorum…” ifadeleriyle direnmesini bekleyen tüm örgüt militanlarına hayal kırıklığı yaşatmıştır.
Öcalan’ın 1999 yılında ortaya koyduğu tavır nedeniyle Ermeni kökenli birçok örgüt mensubu örgütü bırakarak ülkelerine dönmüştür.
Öcalan devam eden yargılama sürecinde;
-T.C vatandaşı olduğunu,
-Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve onun ceza kanununu tanıdığını,
-Savunmasında, hukuki değil siyasi olacağını söylemiştir.
Bu çerçevede PKK hareketinin ideolojik temellerinin yanlışlığını açıklamış, örgüt ve yakın çevresi ile ilgili ayrıntılı bilgi vermiş, ifadelerinde Başkanlık Konseyi üyelerinin karakter analizine kadar inmiştir.
Nitekim Öcalan, duruşmaların ilk gününde de Türkiye’den ve şehit analarından özür dilemiş ve örgütün silahlı mücadele anlayışının yanlış olduğunu anladığını açıklamıştır. Öcalan’ın söz konusu “ uzlaşma ve silahlı mücadeleyi terk” stratejisi duruşma boyunca devam etmiş, diğer taraftan Terörle Mücadele Kanunu, Öcalan’ın açıklama yapmasını, bu açıklamaların dışarıya taşınmasını ve yayınlanmasını yasaklamasına rağmen, Öcalan örgüte mesaj yollanılmaya devam etmiş, bu imkan sayesinde, PKK terör örgütü militanlarına Türkiye’yi terk etmelerini, Türk güvenlik güçleri ile çatışmadan uzak durmalarını emretmiş ve bu doğrultuda PKK Başkanlık Konseyi de bu emre uyacağını açıklamıştır197.
24 yıllık silahlı mücadeleden yenik çıkan Öcalan barış söylemleri ile Türk kamuoyuna mesaj verirken, diğer yandan da Batı ülkelerini de sürece dahil etmeye çalışmıştır. Bunun içinde dünyanın en önemli siyasi aktörü
olan ABD ile görüşme ve onlara dayanarak varlıklarını devam ettirmeye çalışmışlardır. Bu konuda Öcalan “…Akif Hasan daha önce ABD ile görüşüyordu, görüşmeler devam etsin, ABD’ye silah bırakılması konusunda PKK’nin hazır olduğunu bildirsin. Yaşayıp yaşamama sorunu vardır. Yetkililerle de görüşeceğim. Tecrit ortamından kurtulmak için (Avukatları kastediyor) siz de bu yönlü çaba sarf edin…” şeklinde ki talimatlarını örgüt yöneticilerine iletmiştir.
Yine 12 Nisan 1999 tarihinde yapılan görüşmede ise, “...Avukat; ABD yetkilileriyle görüşmemiz gündemde, görüşünüz nedir? Öcalan: Arabuluculuk talep edin, çözüme ilişkin destek isteyin. Onların haberi var. Sonraki görüşmede ABD’den ve İngiltere’den haber getirin. Onlara, bizi ve Türkiye’yi barıştırın, uzlaştırın deyin. Kavga yok, silah yok ve bu sene bitiyor deyin” şeklinde ki talimatı bu gayretlerin hızlanmasını istemiştir.
1999 döneminde ortaya konan bu pratikle örgütün legalleşeceği ve silahlı bir örgüt olmaktan çıkarak siyasal bir yapı haline geleceği kitlelere lanse edilmiştir. Bu amaçla A. Öcalan 06 Nisan 1999 tarihli avukat görüşmesinde sekiz maddelik bir yol haritası çıkararak sözde legalleşmenin ilk adımını atmaya çalışmıştır.
Buna göre;
1. 1 Eylül 98 Ateşkes sürecinin her alanda tam sorumluluk altında sürdürülmesi,
2. Devletin, başta af olmak üzere barış için alınacak tedbirler temelinde silahlı çatışmalara kalıcı olarak son verilmesi,
3. 90’lı yıllardan itibaren bazı saptırmalara rağmen Kürtlerin ifade özgürlüğüne ve açık hale gelen Demokratik Cumhuriyet sisteminin güven vermesiyle birlikte tüm sorunların barışçıl çözümü için zemin olarak görülmesi,
4. Bu koşullar altında PKK’nin, kendini demokratik sistem içinde yasallaşmaya hazırlaması,
5. En azından devletin tavrını –yeni parlamento ve hükümet kuruluşunda- görünceye kadar aktif toplumsal bir barış, af, kardeşlik sloganı altında bir siyasal eylem çizgisinin benimsenmesi ve kararlıca uygulanması,
6. Tüm uluslararası barış, insan hakları kuruluşları, hükümet ve parlamentolarının bu temelde destek sunması,
7. Eğer öngörüldüğü gibi bu doğrultuda bir uygulama gelişirse BM, Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi, AGİK’in sürece gözlemci olarak katılması,
8. Türkiye’de ilgili tüm çevrelerin; kamu, özel, partiler ve basın-yayın, tüm sivil toplum kuruluşlarınca, gelişmelerin tarafımca özde bu temelde olduğunu bilerek, ülkemize ve demokratik sisteme katkılarımın hayati önem taşıdığının bilinmesi; şeklinde isteklerini ortaya koymuştur.
Öcalan bu görüşleri, örgüt içerisindeki kadroların şüpheye düşmelerine neden olmuş ve birçok kişi Öcalan’ın fikirlerini yargılamaya başlamıştır. Hatta bazıları O’nun kendinde olmadığını T.C.’nin Öcalan’ı hipnoz
ederek konuşturduğunu söylemeye başlamışlardır. Öcalan ise 2 Mayıs 1999 tarihinde avukatlarıyla yaptığı görüşmede, “…Hafızam ve iradem yerinde. Konseyin açıklaması yanlış. Benim imha, infaz durumum net değil. Konseyin bu açıklamalarını önleyin. Çatışma ne kadar gelişirse dış güçler sevinir. Yunanistan’ı hoşnut edecek bir tutuma giremeyiz.
Dağdakilerin hayatını korumak, cezaevinden birisinin tahliyesi çok önemli. Devlet için af ediciliği biz isteyeceğiz. Yunanistan’a mı güvenelim? Avrupa’ya mı güvenelim? Bu oyunu hala Avrupa yürütmüyor mu? Türkiye birazcık siyasi ilişki mesajı verse de biz bu beladan kurtulsak. Türkiye biraz sağlam davransa, bana burada hiç yardımcı olmuyor. Ters bir savunma imhaya götürür. Savaşı on yıl uzatmaya götürür. Eğer imha niyeti olsaydı bizi niye getirdi? Burada başına bela etti. Bu isyan ne kadar erken sona erse herkesin çıkarına olur...” şeklinde beyanlarda bulunarak kendisini savunma
gayretine girmiştir.
Yıllardır sürdürülen kanlı elemler sonucunda ortaya bir neticenin çıkmaması ve İmralı süreci, Öcalan’ın 1999’da yöntem değişikline gidişinde etkili olan hususlardan bir tanesidir. Öldürülme korkusunu iliklerine kadar hisseden Öcalan, her görüşmesinde örgütün tavrının değişmesi hususunda gayret göstermeye başlamıştır. 13 Mayıs 1999’daki görüşmelerinde “…Diğer hususları önceki yazıda açtım, ama ABD ve Avrupa ile Türkiye’de ve Türkiye ile barış çabalarına desteğe dayalı diplomasi yürütmelisiniz ve hatta Güney’de de önemlidir. Diğer kurumlarla da Türkiye’ye yönelik dili eski propaganda dili olmaktan çıkarmak gerekir. Bence daha saygılı, siyasi seviyesi ve pratik değeri olan bir dil gerekir. Bu bizi yüceltir. Dilimizin çok ağır ve gerçeği de zorlayan propaganda tarzını geride bırakmak ve yeni sınırlı da olsa daha gerçekçi, kazandırıcı tarzda olmasına çalışmak büyüklüktür…” diyerek silahlı mücadeleyi bitirmeyi hazır olduğunu ispatlamaya gayret ederek, sözde legalleşmede de aracı olarak ta ABD ve Avrupalı güçleri adres göstermiştir.
2 Ağustos 1999’daki diğer bir görüşmesinde “…Benim çağrımla olduğuna göre devlet buna olumlu gelir. Tehlikeli yola gidilmez. Ilımlılaşma olur. Bakın Avrupa ne diyor. PKK silah bıraksın destekleriz. Avrupa, ABD destek ler. Türkiye buna rağmen ne yapabilir…” şeklinde ifadeleri ile Türkiye ile anlaşmanın yollarını aramaya başlamıştır.
Tamda bu hadiselerin yaşandığı günlerde ABD’nin İnsan Haklarından Sorumlu Bakan Yardımcısı Harold Hongju Koh Türkiye’ye resmi ziyarette bulunmak için gelmiş ve 01 Eylül 1999 tarihinde Urfa ve Mardin illerinde incelemeler yapmıştır. Bu seyahatte Öcalan’ın Avukatı Ercan Kanar, Koh ile 1,5 saat görüşerek Öcalan’ın görüşlerini kendisine aktarmıştır. Koh görüşmelerde hem PKK’ya hem de Türkiye’ye mesajlar vererek, herkesi
kontrol altında tutmak için basit uyarılarda bulunmuştur. Harold Hongju Koh görüşmeler sonrası yaptığı açıklama da ise; "ABD, uzun suredir, Kürt sorununun sadece askeri yoldan çözülemeyeceği görüşüne sahiptir. Kalıcı bir çözüm için demokrasinin genişletilmesi gerekmektedir" ifadelere yer vererek ABD’nin ileriki süreç için isteklerini sıralamıştır.
Her ne kadar Öcalan sözde barış çabalarında Batılı güçleri adres gösterse de bir kısım ülkelerin gelişen süreçten rahatsız oldukları açıkça ortaya çıkmaktaydı. Başta Yunanistan, İran ve bazı AB ülkeleri PKK’nın silah
bırakmasının Türkiye’nin güçlenmesine neden olacağını ve Türkiye’de huzur ortamının yakalanacağını düşünerek, silahlı eylemlerin devam ettirilmesini istemişlerdir.
Bu yönlü bir gerçekliğin var olduğu bizzat Öcalan tarafında da ifade edilmiştir. 13 Eylül 2000 tarihli avukat görüşmelerinde bu husus konuşulmuştur.
Görüşmelerde;
Avukatlar: “Kuzeyli Kürt örgütlerinin platformunun bir kısmı savaşın durmasından sonra önderlik ve parti aleyhine faaliyetler içerisine girdikleri, Almanya'nın bunları yönlendirdiğini partinin bildiği aktarıldı”
Öcalan; “Bu gruplar Almanya bağlantılıdır. Yunanistan-Almanya kanadının yönlendirmesidir. Selahattin Çelik vb bu kanadın çabalarıdır. Hazırlıkları kapsamlıdır. Beni Kenya'ya götüren adam bu kanadın adamıdır. Benim imhamı hedefleyen bir yaklaşım. Alçakça bir komplo, beni oraya götüren adam -Agit diyordu kendine- azılı bir Türk düşmanıydı. Almanların adamıdır. Türkiye'de yaşayamayacağımı düşündüler. Ben de inanmıyordum. O sırada Selahattin Çelik Atina'ya getirildi. Siz ilk görüşe geldiğinizde İstanbul'da bombalar patlıyordu”.
Avukatlar: “Ferhat arkadaşın TV konuşmasında komplodan sonra Mahir'in kendilerine gelerek, eğer savaşa devam ederlerse uluslararası güçlerin her türlü desteği sağlayacağı teminatı verdiklerini açıklaması aktarıldı”
Öcalan: “Rusya, İngiltere, Almanya var. Her türlü silah vaadi var, Yunanistan var. Aslında siz bu tarihi gerçekleri Mesut Yılmaz'a aktarabilirsiniz. Apo'nun sorgu süreci size geldi mi gelmedi mi diye sorun. Biz Türk düşmanlığını niye geliştirelim. 15 Şubat sürecinde Dışişleri Bakanı İran ve Ermenistan'a gitti. Türkiye'nin dostları görününler 50 yıllık mutlak savaşı dayattılar…” şeklinde geçen bilgilerde durumu özetlemektedir.
Öcalan her ne hikmetse 25 yıl Türk devleti ile savaşıp, tüm desteğini Batı toplumundan ve Türkiye düşmanlarından alırken, uğradığı ihanetle gerçekleri ancak yakalandıktan sonra görebilmiştir. PKK’ya destek
veren ülkelerin aslında PKK’yı ve Kürtleri sevdikleri için değil, Türkiye düşmanlıkları dolayısı ile örgüte destek verdiği bu defa daha net ortaya çıkmıştı. Gerçeği artık Öcalan ve arkadaşları da anlamak zorunda kalmıştı.
Yine 23 Mayıs 2001’de ki görüşmede “… Avrupa’da ölenler oldu, İran’da ölenler oldu. Kürtler için bir özgürlük adımı atıldı, Kürtler terbiye edilecekti. Avrupa özelikle Almanlar ve İngilizler temiz bir özgürlük hareketi istemiyorlar, Yunanistan’da öyle. Yunanistan ve Ermeni siyasi elitinden samimi ittifak beklenmemeli. Birlikte hareket ederken üstün sen hakim olmak daha fazlasını almak isterler, zorda kalırsan ihanet ederler yada kaçarlar. Yunan halkıyla dostluk geliştirmek isterim, dostlarım da vardır, halklara düşmanlık temelinde söylemiyorum, Yunan ve Ermeni halklarını severim, kültürlerine hayranlığım vardır fakat siyasi eliti fazla iç açıcı değil, tehlikelerle doludur…” şeklindeki ifadelerle güvendiği iki ülkeden uğradığı hayal kırıklığı ifade edilmiştir.
Öcalan’ın silah bırakma çağrısı ve PKK’nın silahlı güçlerinin önemli bir kısmını Türkiye topraklarından dışarı çekmesin diğer ülkeleri rahatsız ettiği Avrupa’da yaşayan yazar Mahmut Baksi tarafından da açıkça dile
getirilmiştir. Baksi; “…ne zaman PKK siyasi zemini zorlasa devlet içerisindeki çeteler ve savaştan çıkarı olan güçler bizim yanımıza geliyordu. PKK içerisindeki çeteler, Rusya, bazı bölge ülkeleri, Avrupa’dan Almanlar böyle zamanlarda ortaya çıkıyordu. Kiminin paradan çıkarı vardı, kiminin petrolden çıkarı varsa geliyordu…” şeklinde tespitleri de örgütün
kimler tarafından kullanıldığını göstermektedir.
Örgütün eski merkez komite üyesi Baki Karer ise bu konuda; “Öcalan’ın çıkmazı ortaya çıkış biçimiyle başlamış, Ortadoğu’ya uzanmasıyla derinleşmişti. Karanlık odaklara olan zaafı kaderini de belirlemişti. Öyle ki, güç odaklarından çektiği kadar hiç kimseden çekmemişti. Her istihbarat örgütü kendi ülkesinin çıkarlarını dayatmıştı. Çıkar savaşımı içinde boğulan Öcalan, cücelikten bir türlü kurtulamamıştı. Herkesi şu veya bu biçimde memnun etmek istemişse de kimselere yaranamamıştı. Örneğin; İran ve Saddam intihar eylemlerinin daha çok askeri hedeflere yönlendirilmesini
isterken, Yunanistan sanayi tesislerin, turistik bölgelerin ve ormanların hedef alınmasını istemişti. Avrupa’nın birkaç ülkesi de lojistik desteklerini, tamamen büyük kentlerde intihar saldırılanın yapılması şartına bağlıyordu. Militanların ve hazırlanmış bombaların Almanya ve Hollanda üzerinden İstanbul’a sevk edilmesinin birçoklarında yarattığı şaşkınlık hâlâ hafızalarda dır. Suriye ise sürekli kargaşadan yanaydı. Silahlı eylemlerin aralıksız, hedef gözetilmeksizin rastgele yapılmasını dayatıyordu. Öcalan bu kadar karmaşık ilişkiler içinde kaybolmuş, insiyatif ve taktik geliştiremez hale gelmişti…”
beyanlarıyla Öcalan’ın içine düştüğü karmaşık ilişkilere ve eylemlerde diğer ülkelerin rolüne dikkat çekmiştir.
Öcalan mesajlarında sözde savaşın bitirilmesi yönünde irade koyacağını belirtse de onu kontrol eden güçler çatışmaların bu şekilde sonlanmasından yana değillerdir. 2003 yılından sonra yaşananlarda bunun bir göstergesi olmuştur. PKK 1999 yılında silahı kısmi olarak bıraktığını ifade etmiş ve zaman içerisinde siyasal mücadeleye girileceği belirtilmiştir. 1999 yılında başlayan bu süreç 2003 kadar devam etmiş, fakat bu süreç Kasım 2002’ de Ak Partinin iktidara gelmesiyle sonlandırılmıştır. Silahı bırakma gayretinde olan PKK, ateşkese son vererek, ani bir kararla yeniden silahlı mücadele kararı almıştır. Bu kararın altında Mahmut Baksi’nin ifade ettiği gibi güçlerin etkisinin ne olduğu ise ayrı bir araştırma konusudur.
Yurtdışında Basın Yayın Faaliyetleri
Örgüt elebaşının yargılandığı ve ölüm cezasına çarptırılmasının akabinde sürdürülen örgüt faaliyetlerinde bölücü nitelikli basın yayın organları aktif rol oynamıştır. Bu basın yayın organlarından en önemlisi yurt dışında yayın yapan MED TV, Serxwebun Dergisi ve Türkiye’deki Özgür Halk dergisidir. Ancak, örgüt elebaşının ilk yakalandığı günlerde kitleleri tahrik ettiği ve saldırıları teşvik ettiği gerekçesiyle MED TV kapatılmıştır.
Bu nedenle terör örgütü PKK yandaşları ile Avrupa'da PKK doğrultusunda faaliyet gösteren bazı kuruluşların MED-TV'nin kapatılmasını protesto etmek amacıyla bir kampanya düzenledikleri, bu doğrultuda, İngiliz Bağımsız Televizyon Komisyonu İTC'nin telefon-faks numaralarını örgütün yayın organlarında yayınlayarak buraya protesto mesajları gönderilmesini istedikleri, bu doğrultuda yüzlerce dilekçenin ilgili kuruluşa faks edildiği görülmüştür.
Diğer yandan, terör örgütü PKK doğrultusunda Almanya'da faaliyet gösteren YEK-KOM tarafından hazırlanan bültende, MED-TV'nin kapatılması konusu işlenmiş, "Kamuoyuna Acil Çağrı" başlığıyla yayınlan bir yazıda MED-TV'nin kapatılmasını protesto etmek amacıyla imza kampanyalarının yoğunlaştırılması yönünde karar alındığı belirtilmiştir.
Örgüt yönetiminin MED TV'nin kapatılmasıyla meydana gelen boşluğu doldurmak amacıyla alternatif televizyon yayıncılığına yöneldikleri gözlemlenmiştir. Bu amaçla CTV (Christian TV) kanalıyla bir anlaşma
yapılarak, yayın frekanslarının değiştirilmesi kararlaştırılmıştır.
Bu meyanda, 29 Mart 1999 tarihinde CTV (Christian TV) günde iki saatlik yayın anlaşması yapılmıştır. Christian TV’nin idari merkezi Almanya'da olup, Vatikan tarafından finanse edilmekte ve İngiltere’den aldığı yayın lisansıyla uydu yayın yapmaktadır. Bu anlaşma sonucu Christian TV’de MED-TV yayınlarına paralellik arz eden Kürtçe yayınlar başlamıştır.
14 Mayıs 1999 tarihi itibariyle bu yayınların uydu ve frekansları değiştirilerek, yeni yayınlar Arab-Sat uydusu, 13 derece Doğu, 11.100 Mhz frekansları üzerinden gerçekleştirilmiştir. Aynı yayınların Intelsat uydusu
1 derece Batı 11.100 Mhz frekanslarından da izlenmesiyle birlikte "Cudi TV" adında yeni bir televizyon kanalı da kurulmuştur.
Hem Christian TVde hem de Cudi TV’de Hz. İsa’nın (a.s.) yaşamı ve Hıristiyanlık dininin doğuşunu konu alan filmin Kürtçe, Farsça, Arapça ve Süryanice dublajlarıyla yayınlanmıştır. Söz konusu TV kanalında önceleri
18.00 – 24.00 saatleri arasında sadece Kürtçe müzik yayını yapılmakta iken, 29 Mayıs 1999 tarihinden itibaren Kürtçe ve Türkçe haber programları ile daha önceden MED-TVde yayınlanan "Ronahi-Aydınlık", Dıbıstana
Kurdi-Kürtçe Okulu", "Tebe" adlı sözde eğitim ve siyasi-aktüel nitelikteki programlar yeniden yayınlanmaya başlanmıştır.
06 Nisan 1999 tarihli Öcalan’ın Avukatları ile yaptığı görüşmede, Öcalan, Avukatlara CTV yayınlarında Hristiyanlığı öven yayınlarının yapıldığını ifade ederek, görüşlerine başvurmuştur. Bu görüşmede geçen diyaloglar şu şekildedir.
“Öcalan: Televizyonun durumu nasıl Avukatlar; yayınlar CTV’de devam etmektedir. Öcalan: CTV’nin günde bir saat Hristiyanlık propagandasını yaptığı söylenmekte, bu durum halkımızı olumsuz etkiler mi?
Avukatlar: Bir şey olmaz başkanım.
Öcalan: Yayın dilinin çizgiye uygun olması gerekir” şeklinde geçen diyaloglar ibret vericidir.
Öcalan’ın yakalanmasından sonra ortaya çıkan bu süreçte örgütün talimatları ile her sempatizan ailenin İncil temin etmesi ve onu okuması istenmiştir. Bu dönemde operasyon yapılan birçok evden İncil çıkışı da bu
talimatın kısmen uygulandığını göstermiştir.
CTV’de terörist Abdullah Öcalan’ın 31 Mayıs 1999 tarihinde başlayan duruşması ile birlikte Avrupa alanında kamuoyu yaratmak amacıyla haber programları ile sözde siyasal-aktüel programların terör örgütünün
propagandalarına uygun bir format içinde yayınlanması hedeflenmiştir.
Öte yandan terör örgütü paralelinde Almanya/Frankfurt'ta yayın yapan Özgür Politika Gazetesine yönelik olarak Alman makamlarınca başlatılan soruşturma örgüt yapısını tedirgin etmiş, bu amaçla gazete merkezinin başka bir şehirde faaliyet göstermesi gündeme gelmiştir. Ayrıca örgüt mensupları söz konusu gazetenin yeni bir isimle çıkarılması yönünde bazı çalışmalarda yapmışlardır. Böylece çıkarılacak gazete yıpranmayacak ve hakkında dava olmayan bir gazetenin kurulması sağlanacaktır.
CTV’nin yanında yeni bir TV kanalının da devreye sokulması gündemleştiril miş, bu amaçla 08 Temmuz 1999 tarihinde Fransa'da Media S.A adıyla bir şirket kurulmuştur. Medya TV adıyla 29 Temmuz 1999 tarihinde test yayınlarına başlayan televizyonun tüzüğünde "Avrupa'da yaşayan Küçük Asya Etnik azınlıklarına yönelik TV yayıncılığı gerçekleştirmek" şeklinde bir ifade yer almıştır.
Medya TV'nin açılışı sebebiyle 31 Temmuz 1999 günü saat 14.00'te Fransa/Paris'te Villeban-Sur-Yvette (Essonne-91 bölgesi) bulunan Grand-Dome kapalı spor salonunda bir tanıtım kokteyli düzenlenmiştir.
Medya TV test yayınları 14 Mayıs 1999 tarihinden bu yana yayını devam eden CTV'nin yayın yaptığı Eutelsat-Hot Bird uydusu 13° Doğu, 10.853 MHz. frekansları üzerinden gerçekleştirilmiştir. Medya TV'nin test yayını yaptığı saatlerde ise CTV yayınları kesilmiştir. Kapatılan Med-TV ve CTV'de faaliyet gösteren "Programcı, sunucu, spiker." vb. elemanları Medya TV programlarında görev almış ve programlar eski Med TV stüdyolarında
hazırlanarak yayınlanmıştır. Böylece propaganda, teşkilatlanma ve eylemlilik açısından büyük önemi bulunan basın yayın faaliyetlerini her zeminde sürdürülmeye çalışılmıştır.
Yurt içinde legal imkânlar zorlanarak günlük gazeteler, dergiler yayınlanmış tır. Kapanan yayınların yerine hemen yeni yayınlar devreye konmuştur. Dönem itibarıyla yurt içinde yayınlanmakta olan Özgür Bakış isimli gazete örgüt elebaşının yargılanması aşamasında olduğu gibi sonrasında da örgüt mensuplarının yönlendirmede aktif rol üslenmiştir. Ülkemiz her zaman MED TV’nin ve Özgür Politika gazetesinin Avrupa’da yasaklamasını istemiş olsa da, kendi ülkesinde aynı yayını yapan TV, dergi ve gazetelere müsamaha etmiştir. Bu durum da bir çelişki olarak karşımıza çıkmış, Avrupalılarca aleyhimize kullanılmıştır.
Ülkemizde yayın yapan Özgür Bakış, Özgür Halk, Kadının Sesi v.b gazete ve dergiler aleni bir şekilde PKK terör örgütünün eylem talimatlarını kitlelere aktarırken, örgüte bağlı bu yayınlara yönelik sadece toplatma kararı verilmesi ise tirajı komik bir durum oluşturmuştur. Avrupa’da yasadışı ilan edilen dergi ve gazetelerin mal varlıklarına el konurken, ülkemizde terör öğütleri paralelinde yayın yapan basın-yayın organlarına aynı uygulama yapılmamıştır.
Bu kurumların kapatılması süreci yıllarca süren adli sürece takılmış olup, bu dönemde mal varlıklarına el koyma gibi bir cezada uygulanmamıştır. Kendi ülkesinde terör örgütünün yayınlarını legalleştiren bir devletin başka ülkelerden tedbir almasını istemesi de ciddiye alınmamıştır.
7 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder