31 Ocak 2018 Çarşamba

ALMANYA’NIN KÜRT POLİTİKALARI VE TERÖRDEN SİYASİLEŞMEYE PKK İSYANI, BÖLÜM 2

ALMANYA’NIN KÜRT POLİTİKALARI VE TERÖRDEN SİYASİLEŞMEYE PKK İSYANI, BÖLÜM 2


Öcalan’ın II. Kongrede hain ilan ettiği Resul ALTINOK olayı hakkında okurları bilgilendirmek yerinde olacaktır. 

Davut Kod Resul ALTINOK, PKK örgütü içinde yaşı ve kültürel birikimi olarak ileri düzeyde olan, Kürtçülükten ziyade sosyalist fikirleri daha ağır basan birisidir. Aslen Bingöllü olan Altınok, aynı zamanda PKK Merkez Komitesi üyesidir. 

PKK Avrupa Bürosu oluşturulduğunda bu bölgede çalışma yapacak birikime sahip nadir kişilerden biri olması nedeniyle Avrupa sorumlusu olarak tayin edilmiş, diğerlerine göre kültürlü ve örgüt içerisinde alçak gönüllü olmasın dan dolayı da herkes tarafından çok sevilmiştir. 

Avrupa'da iken genelde dünyanın ve özelde Türkiye'nin sorunlarını karşılaştırmalı olarak tahlil edince, örgütün dolayısıyla Öcalan’ın tüm kararlarını eleştiriye tabi tutmuş, eleştirilerini militanlara da açarak Öcalan’ın tartışılmasını sağlamıştır. Altınok, örgütün yabancı ülkelerle geliştirdiği ilişkilerin sosyalist bir çizgiden ziyade küresel güçlere hizmet ettiğini, ilişkilerin kuşku meydana getirdiğini çevresine anlatmıştır. 

Öcalan, Altınok'un durumunu öğrenince yaklaşan Konferansı bahane ederek Altınok’a; "Bir takım yeni düşünceler geliştirdiğini duydum, yeni fikirler üretmek partimiz ve senin gelişmen için olumlu bir şeydir, yakında kongremiz var, acele gel ki, buradaki hazırlıklara katılabilesin. Görüşlerini kongre zemininde ifade edersin, ben de desteklerim kabul görürse ne âla." 
ifadeleriyle bir mektup yazarak onu Şam’a gelemeye ikna ederek, Kongreye katılmaya ikna eder. 

Şam'a gelen Altınok burada iki PKK mensubu tarafından karşılanır. Kampa götürüleceğini sanırken gözaltına alarak, bir eve kapatılıp, başına da bir silahlı nöbetçi dikilir. Bu arada da bir yandan kongre hazırlıkları yapılırken 
diğer yandan da PKK militanlarının bulunduğu tüm alanlara haber-talimatlar gönderilerek "Resul ajanmış, komplocu imiş, son anda fark ettik" gibi yaygın bir karalama kampanyası başlatılır. Doğal olarak Altınok tutuklu olduğu için, Kongreye katılamaz ve iddialara da cevap veremez. 

Öcalan 2. Kongre’de militanlara hitaben:;"İşte bu hain diyor ki; ben kongreye katılacağım ve kongredekiler de beni destekleyecekler. Şimdi sizlere soruyorum, içinizde bu satılmış hain ile işbirliği yapmak için onun kongreye katılmasını isteyen var mı? Varsa çekinmeden söyleyin. Davut (Resul Altınok) savaş karşıtlığı yapıyor. Askeri güçlerimizin ülkeye dönmelerinin tehlikeli olacağını söylüyor. Böyle bir adım atmanın intihar anlamına geleceğini belirtiyor. Ona kalırsa hepimiz bulunduğumuz yurt dışında mülteci olarak yaşamaya koyulacağız. Şimdi size soruyorum, bu emperyalist bir söylem değil midir? Sömürgeciler de bunu söylemiyorlar mı? Türk devletinin uyarısı da aynı yönde değil midir? Bana kalırsa Avrupa 
emperyalizminin onu satın aldığı açıktır. Sözde beni ikna etmek için buraya gelmiş. Kim ne bilir ki, belki de Türk Devleti’ne danışarak buraya geldi. Şahsen çok çekiniyorum. Birçoğunuzun kafasını karıştırabilir. Her halde böyle uçuk adamları dinlemek istemezsiniz, değil mi? Onu dinlemenize gerek var mı? Zaten ifadelerinde her şeyi açıkça ortaya koymuş. Buna 
rağmen onu buraya getirmemi hâlâ istiyor musunuz "42 şeklinde bir konuşma yapıp, çıkabilecek bir muhalefete göz dağı vermiştir. Konuşmanın ardından kimse Öcalan’a muhalefet edemediğinden Altınok’un uygulamaya alınması kararına varılır. 

Öcalan ve adamları Altınok’tan “Ben bir provokatörüm, PKK’yi parçalamak için komplolar düzenledim. Sorumlu olduğum zaman bayan-erkek bazı kadroları ajan olarak öldürdüğüm, (F...) isimli bayanı benimle cinsel ilişki kurmayı ret ettiği için öldürttüm. Ajan ilan ettim. Zindandaki eski devrim esirlerine PKK’nin gönderdiği paraları keyfim için harcadım, kız yolunda kullandım. PKK’ye karşı ağır suçlar işledim, bağışlanamam…43” şeklinde ifade vermesini istemiş ve bu yönde baskı yapar. 

Tabi bunu kabul etmeyen Altınok tutuklu bulunduğu odasında kendisini sorgulayan Fuat Kod Ali Haydar Kaytan’a; “Kahrolsun başkalarına hizmet eden savaş provokasyonu, kahrolsun Deng Sio Ping’ler, yaşasın Marksizm, 
Leninizm, yaşasın Komünizm...” sloganları atarak Öcalan’a teslim olmayacağını ifade eder. 

Akabinde Öcalan, Resul Altınok’u huzuruna çağırarak kendisine bir şans verileceğini, ülkeye gidip (Güneydoğu Anadolu Bölgesi) kendini kanıtlaması ve partiye bağlı olduğunu ortaya koyması gerektiğini söyler. Teklifi kabul etmeyince de Lolan kampına götürülür. Burada kendi eliyle kendisi için bir mezar kazdırılır. Daha sonrada Fuat Kod Ali Haydar Kaytan ve Rıza Altun tarafından kafasına bir kurşun sıkılarak infaz edilir 44. 

II. Kongreye dönecek olursak, Kongre akabinde örgüt militanları, PKK’nın silahlı eylemlere başlayacağını ve devrimin yaklaştığını kitlelere empoze etmeye başlamış, bu nedenle de daha fazla para ve elaman temini faaliyetlerini hızlandırmıştır. 

Planlanan şekilde Kongreden sonra örgüt yöneticilerinden Mehmet Karasungur 12 Eylül 1982 tarihinde İran’a geçerek, İKDP yetkilileri ile görüşmeler yapmış ve Örgüt 1982 yılından itibaren Kuzey Irak ve İran’da (Urmiye kenti) üstlenmeye başlamıştır. Diğer yandan 1980 yılında başlayan PKK-KYB ilişkileri de bu dönemde daha da ilerlemiştir. İran ve Kuzey Irak’a yerleşen PKK gruplarının ihtiyaçları ilk dönemler IKDP tarafından karşılanmıştır. 

Örgüt mensupları üstlenmelerini gerçekleştirdikten sonra hemen Hakkâri ve Şırnak sınır köylerine doğru istihbarı çalışmalara hız vererek ilişki geliştirme faaliyetlerine girişmişlerdir. 
Bölgede üstlenmelerini tamamlayan PKK örgütü, ilk iş olarak IKDP’ye ihanet ederek ilişkilerini kesmiş ve İran devrim muhafızları ile bağlantıya geçerek, ortak hareket etmeye başlamıştır. 

 Bununla da yetinmeyen örgüt, İran’da faaliyet gösteren Kürtçü bir örgüt olan İKDP (İran Kürdistan Demokrat Partisi) üyelerini yakalayarak İran Güvenlik güçlerine teslim etmiştir. PKK’nın İKDP’ne ihaneti bununla da sınırlı kalmamıştır. IKDP’nin lideri Abdurrahman Qasımlo’nun İran istihbaratı tarafından 1989’da Viyana’da öldürülmesine de katkıda bulunmuş ve karşılığında İran’da rahatlıkla üstlenme garantisi almıştır. Bu eylem Alman 
istihbaratı-İran istihbaratı ve PKK’nın işbirliğinin bir neticesidir. 

Her açıdan üstlenmesini sağlayan örgüt, silahlı eylemlerin fitilini ateşlemiş tir. Öcalan 1982 yılında bölgedeki silahlı faaliyetler için yayınladığı bir bildiride “…girdiğiniz bölgelerde ilk iş olarak birkaç eylem düzenleyiniz. O zaman halk sizi otorite olarak görecek ve size her kapı açılacaktır.” şeklinde ifadelerde bulunmuştur 45. 

Orta Doğuda bu gelişmeler olurken, Avrupa’da da faaliyetler hızlanmıştır. Özellikle I. Konferansın gerçekleştiği Temmuz 1981 tarihi ile II. Kongrenin gerçekleştiği yaklaşık bir yıllık dönem içerisinde, örgütün üst düzey elamanlarınca sürdürülen Avrupa’daki faaliyetlerinin önemli bir bölümü, basın-yayın çalışmaları, elaman ve maddi gelir sağlama faaliyetleri ile dış tanıtım şeklindedir. Maddi olanakların ve istenilen miktarda teknik imkânların bolca bulunması nedeniyle PKK’nın Avrupa’da gerçekleştirdiği basın-yayın faaliyetleri bu bir yıllık süre içerisinde sıçrama yaşanmasına neden olmuştur. 

Serxwebun dergisinin yayınlarının yanı sıra, Avrupa’da birçok bildiri, afiş, pul gibi propaganda malzemeleri de hazırlanarak kitlelere ulaştırılmıştır. Avrupa’daki faaliyetler bu zamanda sadece basın yayınla sınırlı kalmamış, 
elaman aktarımı konusu Avrupa sahasının en önemli faaliyet alanı olmuştur. Dernekler bünyesinde geceler, oturumlar ve konferanslar tertip edilerek önemli oranda kitle desteği sağlanmıştır. 

Avrupa ülkelerinde işçi olarak bulunan kişilerden çeşitli vesileler ile aidat, yardım, bağış adı altında büyük miktarlarda paralar toplanmıştır. Toplanan paraların bir kısmı Avrupa’daki basın Yayın faaliyetleri için kullanılırken, 
diğer kısmı Şam’da bulunan Abdullah Öcalan’a gönderilmiştir. 

Avrupa sahası sorumlularından Resul Altınok’un bu dönemde örgüt içi muhalefete girişmesi örgüte olumsuz bir etki yaratsa da, Altınok’un, muhalefetini sadece Abdullah Öcalan’a yöneltmesi ve onu dışlamasına 
rağmen, örgütün varlığını sahiplenmesi, iç sorunların önemli boyutlara ulaşmasını engellemiştir. 

1982 döneminde örgütün Avrupa yönetimini aralarında Semir Kod Çetin Güngör’ün olduğu bir merkez komite yapmaktadır. Aynı yıl İsrail-Lübnan savaşı dolayısıyla bir çok örgüt militanı Lübnan-Filistin sahasını terk 
etmek zorunda kalarak, Avrupa’nın değişik ülkelerine gitmişlerdir. Bu dönemde örgütün en önemli üstlenme alanı Yunanistan olmuştur. Lübnan’dan ülkeye gelen Kasım Kod Salman Ömürcan Yunanistan sorumluluğuna atanmış, Abdulkadir Aygan ise yardımcılığına getirilmiştir. 

Bu kişilerin yönetime gelmesiyle birlikte Yunanistan’da örgüt adına bir hareketlilik yaşanmıştır. Bu çerçevede 12 Eylül Askeri darbesinin ikinci yıldönümünde, Atina’da PKK, Türk Sol örgütleri ve bazı Yunanlı sol örgüt mensupları tarafından gösteri düzenlenmiştir. Bu gösteri sırasında olayı izleyen Türkiye’nin Atina Askeri ataşesi Albay Baha Tüzün ve başka bir askeri personel linç edilmiş ve askerlerimiz ağır yaralanmıştır. 

Bu gösterinin akabinde 13 Eylül 1982 günü Atina Üniversitesinin toplantı salonunda bir basın toplantısı düzenlenmiştir. Toplantıya; yüzü maskeli şekilde PKK’yi temsilen Abdulkadir Aygan, Dev-Yol ve TKP-ML örgütünden de birer temsilci katılmış ve ülkemizi tehdit eden açıklamalarda bulunmuşlardır. 

Bu olayların yaşandığı dönem sonrasında örgütün Avrupa sorumlusu MK üyelerinden Çetin Güngör’de PKK’nın silahlı eylemlere başlama kararının yanlış olduğunu, bu kararın askeri müdahaleden sonra Türkiye’ye 
dönme hazırlığında olan Marksist-Leninist grupların Türkiye’ye dönüşlerinin önünü tıkayacağını ifade ederek, Örgütün yeni ve kapsamlı bir değerlendirmeye gitmesi gerektiğini belirtmiştir 46
Bu görüş Çetin Güngör’le sınırlı kalmamış, Suphi Karakuş, Enver Ata, Saime Aşkın, Fidan Yıldırım, Cemile Kaytan gibi üst düzey sorumlular da bu inançta olduklarını ortaya koymuşlardır. Öcalan tarafından bu grup ajan provokatör ilan edilerek etkisizleştirilmiş ve daha sonra da birçoğu öldürülmüştür. Çetin Güngör’ün infazı ilerleyen sayfalarda ele alınacağından burada kısaca ifade dilmiştir. 

Bu zamanda örgüt, özellikle Avrupalı Marksist-Leninist grup ve kişilerle ilişkilerini güçlendirmiş ve bu grupların desteği ile Avrupa’da kendisine kamuoyu yaratmaya başlamıştır. Örgütün gittikçe artan siyasi ve askeri 
gücü doğal olarak her alanda büyümesini ortaya çıkarmıştır. I. Konferans sırasında yurt dışındaki (Yurt içi hariç) kamplarında 200 civarında silahlı elaman varken, II. kongrenin yapıldığı dönemde sayının 300 civarında olduğu görülmektedir. Fakat kongrede alınan karara göre, PKK’nın yapmak istediği atılım için bu sayının yetersiz olduğu, bu nedenle özellikle Avrupa alanından daha fazla elaman temin edilmesi kararlaştırılmıştır. 

Daha önceki bölümlerde örgütün gerek Suriye ve Irak’ta gerekse de Avrupa’da rahatlıkla üstlendiğini ifade ettik. Fakat örgüt sadece bu alanlarda değil Türkiye içerisinde de çok rahat hareket etmiştir. Örgütün bilinen ilk eylemi Eruh ve Şemdinli olarak söylense de aslında bu zamandan öncede bölgede rahatlıkla eylemeler yapılmıştır. 

Örgütün 1983 yılında Hakkâri’de yaptığı eylem ise ilerde olacak eylemleri habercisi olsa da devlet kanadından kimse konuyu önemsememiştir. Örgüt 1978-1980 yılları arasında ki sıkıyönetim döneminde, yine 1980-1983 döneminde ki askeri ihtilal döneminde hiçbir sorunla karşılaşmamıştır. Sıkıyönetim ve ihtilal döneminde kurulan ve güçlenen tek örgüt PKK olmuştur. Öyle ki 1983 yılında faaliyet kırsalda faaliyet gösteren silahlı PKK 
militanı sayısı 400’e varmış, Hakkâri, Siirt, Şırnak, Batman, Mardin, Diyarbakır, Bingöl, Tunceli, Urfa, Gaziantep ve Adıyaman illerinde gezici gruplar çalışmalarına başlamıştır. 

 PKK-KDP Arasında Çatışma Süreci 

 IKDP ve onun liderliğini yaptığı Barzani hareketi Kuzey Irak’ta yerleşik olmalarına karşın 1970’lerden sonra Hakkari ve çevresinde etkin olmaya başlamış ve bölgede Barzanicilik gelişmiştir. 1980 öncesi sıkıyönetim 
zamanında ve 1980 ihtilali sonrası ülkeden kaçan Ala Rızgari, KUK, Kawa, Özgürlük Yolu, DDKD mensupları Hakkâri üzerinden Barzani yandaşlarına sığınmış, hatta PKK militanları dahi KDP’nin etkinlik alanlarında kendilerine yer bulabilmişlerdir. 

 Terör örgütü 1982 yılında gerçekleştirdiği II. Kongresinde askeri faaliyetlerin arttırılması ve silahlı eylemlerin geliştirilmesi kararının akabinde Güneydoğu illerine geçiş yapmaya başlamıştır. Hatta 1982 yılında 
Cudi dağında bulunan Hezil Çayını geçerek Türk Silahlı Kuvvetlerine saldıran PKK grubu içerisinde altı IKDP militanı da yer almıştır. Barzani, KUK örgütü yerine PKK’yı bölgede kendine bağlı çalıştırabileceğini düşünerek bu yardımlara girerken, ileride kendisinin zor duruma düşeceğini tahmin edememiştir. 

 TDKP ve KUK’un etkinliğini kaybetmesiyle bölgede yeni taşeron arayan KDP, hemen PKK ile bağları güçlendirmeye başlamıştır. Bu kapsamda Temmuz 1983 tarihinde IKDP ve PKK arasında Şam’da, “IKDP ve PKK 
dayanışma ilkeleri” adıyla imzalanan belgede ortak mücadele temelinde ilişki ve ittifak geliştirilmesi, Filistin Devrimci Hareketi ile ilişki geliştirilmesi, Türkiye ve Irak’a yönelik birlikte mücadele edilmesi ve örgütler arası 
karşılıklı silahlı çatışmalardan uzak durulması kararlaştırılmıştır 

 Örgüt 1983 yılında Hakkâri köylerine girmeye başlayınca bölgede IKDP ve PKK militanları arasında sorunlar baş göstermeye başlamıştır. Barzani yandaşları o zamana kadar örgüte yakınlık göstermiş olsa da, bu zamandan sonra PKK faaliyetlerinin bölgede IKDP’ye yöneldiğini görmüşlerdir. IKDP geçmişte Hakkâri sınırındaki kaçakçılıktan önemli oranda gelir elde ederken, ortaya çıkan yeni durum bu gelirin PKK’ya geçmesine neden olmuştur. 

Tamda bu sırada Türkiye, Irak-İran savaşını bahane ederek Irak devleti ile “Sınır Güvenliği ve İşbirliği” anlaşması imzalamış ve bu anlaşmayla Irak topraklarına askeri hareket gerçekleştirme izni almıştır. Askeri güçlerimiz Çukurca’da meydana gelen olaylar nedeniyle 25 Mayıs 1983 tarihinde Irak topraklarına girerek KDP güçlerini Irak’ın güneyine doğru savuşturmuştur. Bu olay KDP’nin alanları boşaltmasına ve PKK’nın sınır hattını ele geçirmesine neden olmuştur. Bu çalışmayı devlet adına yapanların o dönemde neyi planladığı ve sonucunda ne olacağını hesap edip etmedikleri ise bilinmemektedir. Bilinen tek netice bu operasyon neticesinde bölgede 
Barzani güçleri tasfiye olduğundan, yerine PKK militanları üstlenmiştir. 

Türkiye’nin askeri müdahalesinden sonra PKK-IKDP-İKDP arasında görüşmeler yapılmış ve PKK boşalan alanlara yerleşeceğini kendilerine söylemiştir. Mevcut duruma IKDP’nin de çok müdahale etme imkanı 
olmadığından kabullenmek zorunda kalmıştır. Durum böyle olunca PKK tarafından Hakurki bölgesinde Lolan ve sınır hattı boyunca Lak-1, Haftanin, Lejna-Zaho, Kuvvet Barzan ve Miroz kampları kurulmuştur. K. Irak’a 
yönelik askeri operasyon Barzani’yi Türkiye’den uzaklaştırmış, aynı yıl (1983) Barzani ve Öcalan arasında Şam’da ittifak anlaşması imzalanmıştır. 

 Türkiye sınır dışına yönelik hareketle bazı kazımlar elde etmeyi hedeflemiş olsa da gelinen aşamada hedeflenin tam tersi bir durum ortaya çıkmıştır. Kuzey Irakta boşalan alanlar PKK’nın kontrolüne geçtiği gibi, örgüt sınır ticaretinden önemli bir gelir elde etmeye başlamıştır. Örgüt adına kazanımların yaşandığı bu zamanda İsrail askerlerinin Lübnan’a yönelik saldırıları başlamış ve bu çatışmalarda bir kaç PKK militanı ölü, bir o kadarı 
da sağ olarak yakalanmıştır. Bu olayda PKK militanları Filistinlilerin yanında yer almış gibi görünse de daha sonra ortaya atılan bazı iddialar Filistinliler ile PKK yönetiminin arasını açmıştır. 

 İddialara göre Filistin güçleri arasında savaşan PKK militanlarının kendi merkezlerine gönderdiği bilgilerin, PKK üst yönetimince İsrail’e iletildiği ve bu sayede İsrail’in çok sayıda önemli operasyon yaptığı iddia edilmiştir. Bu olaylardan sonra PKK militanlarının FKÖ ve diğer Filistinli güçlerin kampların dan uzaklaştırılması ve hiçbir İsrail çatışmasına dahil edilmemesi de iddiaların doğru olduğu izlenimini vermektedir. 

 Filistinlilerle yaşanan sorunlardan sonra örgüt yerleşim alanları konusunda bir nebze darbe almış olsa da, Rıfat Esat tarafından örgüt militanlarını Bekaa’dan alarak Saika ve Zabadani kamplarına yerleştirilmiştir. 

Şam yönetiminin sağladığı bu ilişkiler sadece Suriye ile sınırlı olmayıp, SSCB’nin ve Ermenilerinde PKK’nın ile yakın temas kurmasında da aracılık yapmıştır. 17 Kasım 1982 tarihinde vizesiz olarak Yunanistan’dan Şam’a geçiş yapan Abdulkadir Aygan, Şam’da bulunan SSCB Büyük Elçiliğinin PKK yöneticileri ile sürekli temas halinde olduğunu ve 1982 yılında SSCB’li resmi bir heyetin Şam’a gelerek Öcalan’la görüştüklerini ifade etmiştir 47

 12 Eylül döneminde Sıkıyönetim Koordinasyon Başkanlığı yapan Emekli Korgeneral Nevzat Bölügiray, Suriye-Irak sınırındaki kamplarda o dönemde aralarında ASALA militanlarının da olduğu 2-3 bin dolayında PKK örgüt militanın olduğuna dair istihbarı bilgilerin Genel Kurmay Başkanlığına iletildiğini fakat dönemin MİT yönetimi tarafından bu bilgilerin teyit edilemediğini ifade etmiştir. 

1984 Eruh-Şemdinli Baskınlarının Avrupa Sahasına Yansıması 

1980 askeri darbesinin ardından yapılan 6 Kasım 1983 seçiminden sonra Anavatan Partisi tek parti olarak iktidara gelmiştir. Bu durum birçok yerli ve yabancı güçleri şaşırtmış, akabinde Turgut Özal’ın ortaya koyduğu 
demokratik ve ekonomik açılımlar anti demokratik ortamdan nemalanan kesimleri kaygılandırmıştır. Akabinde 25 Mart 1984'de gerçekleşen yerel yönetim seçimlerinde de ANAP’ın % 41.52 oy oranı ile birinci olması da bu kaygıları daha da arttırmıştır. 

Günümüzde atılan demokratik adımlara örgütün verdiği silahlı cevap ve provokasyonların ilki işte bu süreçte yine PKK tarafından ortaya konmuştur. 1983 seçimlerinden sonra seçimle iş başına gelmiş hükümetten yığınların istemleri, beklentileri vardır. Halkın taleplerini karşılamaya yönelik uygulamalar içine girme, belirli oranda demokratik açılımları zorunlu kıldığından, hükümet tarafından da bu isteklere cevap verecek adımların sinyalleri verilmeye başlanmıştır. 

 Örgütün Eski Merkez Komite Üyelerinden Baki Karer dönem ile ilgili olarak; “Apocuların 1984’de “muhteşem direniş” diye ilan ettikleri Şemdinli, Uludere ve Eruh baskınları bu anlamda egemen güçlerin can simidi oldu. Böylesi bir çıkışın Türkiye, bölge ve uluslararası konjöktür açısından ele alındığında ne anlama geldiği manidardır…Apoculara göre Kürt halkı, 
uzayda keşfedilmemiş bir yerlerde duruyordu ve paşa gönüllerince de istedikleri gibi davranabilirlerdi. Nitekim öyle de yaptılar. Bazılarının, adına “gerilla mücadelesi” dedikleri, özünde CIA’nın ve yerli işbirlikçilerinin emir-komutasında olan kavgayı başlatmaları, Türkiye’de ve bölgede bir dizi derin istikrarsızlıklar yaratmaya yönelikti. Amaçlanan; dönemsel ve uzun vadeli 
çıkarlara hizmet edecek karışıklık yaratmaktı. 
Yaşanılan dönemin koşullarında, düzene karşı çıkma adına, Apocuların öne 
sürdükleri iddialar dikkate alınırsa, kimlere ve niçin hizmet ettikleri daha iyi anlaşılır…48” ifadesi PKK’nın 1984 çıkışının altındaki nedenleri ortaya koymaktadır. 

Örgütü 84 baskınlarına iten diğer bir neden de kadrolarda meydana gelen daralmadır. İnsanlar artık sorunların tatminkar bir izahını beklediklerinden, “Ajan, provokatör, hain, teslimiyetçi” gibi uyduruk gerekçeler kimseyi ikna 
etmemektedir ve yapı Öcalan’ı sorgulanmaya başlamıştır. 
Fakat savaş ortamı her defasında örgütlerdeki sorgulamayı ve iç çatışmayı sonlandırdığından, bu savaşın da acilen başlatılması gerekmektedir. Öcalan; “…Bir baktık örgüt elden gidiyor. Gerçekten de, örgüt daha 1982’ de elden gidecekti. 49 ” beyanı da yaşanan iç çekişmeleri göstermektedir. 

Karer bu durum ile ilgili olarak; “15 Ağustos direnişi altında son bir hamleyle yeni bir provokasyon daha devreye konulmuştu. Kuşkusuz A. Öcalan bu işi kendi başına oturup planlamamıştı. Ona yol gösteren akıl hocaları vardı. Bununla hangi amaçlara varmak istemişlerdi? Her zaman olduğu gibi hedefler çok yönlüydü. Amaçlardan biri de ilk etapta PKK’deki 
iç hesaplaşmayı boğuntuya getirmekti. Nitekim bu provokasyonun ardından Öcalan, o aldatmacalı taktiğine bir kez daha başvuruyordu…” 50 tespitiyle 84 provokasyonunun çok yönlü bir planlama ile ortaya konduğunu anlatmaya çalışmıştır. 

Abdullah Öcalan; II. Kongrede silahlı faaliyetlerin başlaması kararı alınmasından iki yıl geçmesine rağmen, etkin bir sonucun çıkmaması üzerine Irak ve İran’da bulunan kadrolara ağır eleştirilerde bulunarak, hemen harekete geçilmesini istemiştir. Öcalan bu süreçte; “Bozova'da su gibi akıttığımız kan, o çok bitek olan, ancak beslenemediği için çatlaklaşan topraklarında özgürlük tohumlarının yeşermesini sağlayacaktır 51” ve “Çok kan dökülecektir, ama bu temelde olduktan sonra bunun da zararı yoktur. Kan sadece bizi daha fazla yıkar, temizler. O kadar çok kirliyiz ki, ne kadar çok kan dökersek Kürdistan o kadar çok temizlenir, yaşamaya layık bir ülke haline gelir. Onun için ben, kanın dökülmesinden çekinmiyorum 52” ifadeleriyle artık şiddetin her türlüsünün ortaya konmasının talimatını iletmiştir. 

Bu amaçla derhal Kuzey Irak’ta toplantılar serisi başlamış ve Türkiye’den de temsilciler bu toplantıya katılarak eylem zamanlaması konusunda kararlar almışlardır. 
Türkiye’nin Güneydoğu illerine silahlı PKK militanlarının yoğun sevkiyatı ve grupların eylemler için istihbarat çalışmaları yapması kararlaştırılmıştır. 

1984 yılının Şubat ayında PKK-MK üyeleri tarafından Irak’ta ayrı bir toplantı daha gerçekleştirilmiştir. Irak toplantısında, Abdullah Öcalan’ın talimatı doğrultusunda askeri birliklerin HRK (Hezen Rızgariye Kürdistan-Kürdistan Kurtuluş Partisi) adı altında toplanması ve yapılan eylemlerin HRK tarafından üstlenilmesi kararı alınmıştır. Öcalan HRK birliklerine bir not göndererek “…otoritenizi kabul etmeyenlerin evdeki faresine kadar başını ezin, göçertin” talimatını vermiştir 53. 

Alınan diğer bir kararda ise, halk desteğinin azalmış olmasından dolayı, yapılacak eylemlere halkı dahil etmek gerektiği, bunun yanında devletin halka şiddet uyguladığının propaganda edilmesi için çalışma yapılması, 
yakalanmalar sonrasındaki ifadelerde ilgisiz ailelerinde isminin verilerek, devletin bu ailelere yöneliminin sağlanması gerektiği belirtilmiştir. 

Bu toplantılar sonrasında yapılanması tamamlanan HRK birlikleri, kuruluşunu açıklamak için 15 Ağustos 1984 tarihinde silahlı eylem kararı almıştır. Bu doğrultuda 15 Ağustos günü Eruh ve Şemdinli ilçe baskınları 
gerçekleşmiş, tertip edilen Çatak eylemi ise uygun şartlar oluşmadığından gerçekleşememiştir. Meydana gelen kanlı Eruh ve Şemdinli baskınları ile HRK’nin kuruluşu Dünya kamuoyuna açıklanmış olup, eylem her yerde büyük ses getirmiştir 54

Meydana gelen eylemler Türkiye kamuoyunda da büyük yankılar meydana getirmiş, bölge halkında da panik havası yaratmıştır. Örgüt bu eylemden sonra da yine bazı etkili eylemler yaparak halkı panik havasına sevk 
etmiştir. Meydana gelen hadiselerden sonra dönemin yetkilileri olayları iyi okuyamamış, konuyu “üç-beş eşkıya” söylemi ile geçiştirmiş, bölge halkı, cezaevi ya da dağa çıkma ikilemi içerisinde tercih yapmaya zorlanmıştır. 

Ekim 1984 yılında Şam’da Öcalan’la görüşen Barzani, Eruh ve Şemdinli baskınlarını eleştirmiş, fakat imzalanan anlaşmanın devam edileceğini belirtmiştir. IKDP ve PKK arasında anlaşma 1987 yılında son bulmuştur. 

 15 ağustos 1984 tarihinde yapılan baskınlarla ilgili olarak Abdullah Öcalan tarafından daha sonraki yıllarda yapılan bir açıklamada; ”…15 ağustos atılımıyla birlikte hızlanan devrimci savaşımızda ilk ürün aslında Demirel’i kurtarmak oldu. Bunun politikaya dönüşü yüz bin, iki yüz bin oyla gerçekleştirildi ve yüzde yetmiş oranına varan, onlara siyasi hakların 
verilmesi mücadelemizin etkin olduğu sahalarda ortaya çıktı. Aslında bizim etkimiz olmasaydı, bunlara politika yapma şansı verilmeyecekti. Ardından Özal’ın geriletilmesi tamamen bizim eserimizdir. Son oy durumuna bakılırsa, onun oyunu Kürdistan’da yüzde ondan fazla düşürdük. Aksi halde bunların hepsi Özal’ın oylarıydı. Özal’ı gerileterek ona başkanlık yolunu tekrar açtık… Mücadelemizin ilk etkileri, bunları tekrar politika ve hükümete getirme biçiminde olmuştur 55” biçiminde ifadelere yer vererek, 15 Ağustos eylemlerinin salt bir PKK eyleminden daha öte bir anlam taşıdığını ve politik yönlerinin de olduğunu anlatmıştır. 
Türkiye’de meydana gelen hadiseler gibi bir takım olaylar Avrupa’da da vuku bulmuş, örgüt burada bulunan vatandaşlarımıza baskılarını arttırarak birçok kişiyi örgütün kırsal alanına çıkmaya zorlamıştır. Verilen talimatlara uymayanlar ise ajan ilan edilerek cezalandırılmış ya da infaz edilmiştir. Örgütün Merkez Komite üyelerinden Resul Altınok, Çetin Güngör, Suphi Karakuş ve Saime Aşkın bu dönemde işkencelere maruz kalıp kurşuna dizilmişlerdir. 

Öcalan’a muhalif olan isimlerden Zülfü Gök, PKK muhalifi Enver Ata ile ilişkisi olduğu gerekçesiyle 7 Ağustos 1984’te, Almanya’da arabasının içinde kurşunlanarak öldürülürken, Örgütün yurt dışındaki önemli kadrolarından olup sonradan muhalifler arasına katılan Enver Ata ise 20 Haziran 1984’te, İsveç’in Uppsala şehrinde, otobüs durağında beklerken, örgüt militanları tarafından infaz edilir. Bu iki cinayet olayı da ilgili ülkelerce sümen altı edilerek, failleri yakalanmaz. 

Bu cinayette o dönem örgütün Avrupa sözcüsü Avukat Hasan Hüseyin Yıldırım’ın etkili olduğu dillendirilmiştir. Yıldırım o dönem örgütün İsveç sorumlusu olan Doktor Lamia Baksi’yi de İsveç İstihbarat örgütü SPO’nun ajanı iddiası ile tutuklamış ve Şam göndermiştir. Baksi daha sonra Öcalan’ın emriyle kafası taşla ezilmek suretiyle öldürülmüştür. Bu dönem infaz edilen diğer bir isimde Murat Bayraklı olup, Almanya’nın Berlin kentinde öldürülmüştür. 

 Örgütün Avrupa alanına verdiği önem II. Kongre kararlarına da yansımış, Avrupa’nın örgüt adına önemi vurgulanmıştır. 1984 yılı Ocak ayına ait bir talimatta; “Avrupa, halkımızın çok muhatap olduğu devrimci düşünce ve 
teorinin son derece gelişkin olduğu koşullarda bulunacağı ve bilince çıkarılacağı yerdir” ifadelerine yer verilerek, sahanın önemi vurgulanmıştır. Bu yılların Avrupa’daki en aktif militanı Kesire Öcalan (Yıldırım) olup, Öcalan’ın İsveç’e iltica taleplerinde de yönlendirici olmuştur. 

 Öte yandan 1984 Haziranında Öcalan tarafından kaleme alınan, “Yurt Dışına Çıkış ve Devrimci Hareketlerin Yeni Dönemi Üzerine” başlıklı yazıda, Türklerin Ermeniler ve Yunanlılara soykırım yaptığı ifade edilmiş, Avrupalı 
ülkelerden Türkiye’ye karşı cephe alınması istenmiştir. 

Avrupa’daki vatandaşlarımız örgüt tarafından, Türkiye’de örgüte yönelik gerçekleşen operasyonları protesto etmek bahanesiyle eylemlere zorlanmış, bu doğrultuda Avrupa ülkelerinde birçok eylem ve gösteri  gerçekleştirilmiş tir. Eylemlere özellikle bazı Avrupalı sivil toplum örgütleri de destek vererek, örgütü cesaretlendirmişler dir. 

Avrupa ülkeleri bu zamanda sadece PKK’yı değil birçok etnik Kürtçü örgütü de kendi ülkelerinde misafir ederek, faaliyetlerine göz yummuştur. Avrupa ülkeleri bunu bir demokrasi öğesi olarak ifade etse de, kanlı örgütlerin 
yaptığı katliamlarda şehit edilen askerlerin ve bölge halkının yaşam hakkını akıllarına getirmemişlerdir. 

Örgütün ilk dönem Avrupa faaliyetleri çerçevesinde gerçekleştirdiği Şubat 1985 dönemine ait eylemler şunlardır; 

-Almanya-Köln’de ağır ceza mahkemesinde ki Barolar Birliğinin işgal edilmesi 

-Almanya-Münster’de açlık grevi 

-Almanya-Bonn’da DGB (Alman sendikalar Birliği) binasının işgali 

-Almanya-Stutgart-Rathaus’daki Yeşiller Bürosunun işgal edilmesi 

-Fransa’da Le Humanite binasının işgal edilmesi 

-Almanya-Hannover’deki Türk konsolosluğu binasının önünde protesto eylemi 

-İsviçre-Bern’de meclis önünde gösteri eylemi 

-Almanya-Hamburg’ta kitlesel gösteri 

-Fransa-Strasburg’da CTG (College Tarieven Gezondheidszorg) binasının işgal edilmesi 

-Hollanda-Lahey’de Adalet Divanı önünde gösteri eylemi 

-Almanya-Hannover’de protesto eylemi 56 şeklindedir. 

1984 yılından sonraki dönemde Avrupa çalışmalarında elde edilen elaman ve maddi kaynak gelirleri Türkiye içindeki silahlı faaliyetleri tek başına karşılamaya başlamıştır.1984 Ekiminde PKK’nın Avrupa Merkez Komite üyeleri yeniden toparlanma faaliyetleri için bir dizi toplantılar yapıp kararlar almışlardır. İsmet Doğru, Salman Ömürcan, Ayhan Dilay, Abdullah Demir ve Öcalan’ın sevgilisi Meral Kıdır liderliğinde gerçekleştirilen toplantılarda, Avrupa’da siyasal faaliyetlere ağırlık verilmesi, kitle kazanılması, vergilendirme faaliyetlerine hız verilmesi ve dernekleşme faaliyetlerinde mesafe kat edilmesi kararlaştırılmış, akabinde de Avrupa’da yeni bir 
yapılanmaya geçilmiştir. 

Buna göre; 

İsveç’e Hüseyin Kod Danimarka’ya Bayram Kod 

Almanya-Hamburg’a Halil Kod Hannover’e Hüseyin Gündar 

Celle’ye İsmail Kod Bilefeld’e Cuma Kod 

Münster’e Eşref Kod Duisburg’a Kadir Kod 

Bochum ve Dortmund’a Mitjad Kod Wuppetal’e Kemal Kod 

Köln’e Helin Kod Franfurt’a Sami Kod 

Manheim’a Tayyar Kod Saarbrucken’e Küçük İbrahim 

Stuttgart’a Aziz Kod Nünberg ve İngalsta’da Hüseyin 

Hollanda’ya Ali Kod Fransa-Paris’e Hebat Kod 

Alcacce-Loren’e Ayhan Kod İsviçre’ye Selim Kod 

Hamburg’a Edip Kod Berlin ve Hannover’e Nadire Kod sorumlu olarak atanmıştır. 

Örgüt 1984 yılına gelindiğinde neredeyse tüm Avrupa’da yapılanmasını kurarken, bu hızlı gelişmede Almanya’nın ve onun hükümetinin önemli bir katkısı olmuştur. Almanya’daki toplam yabancıların %32’ni Türkiye’den göç edenler oluşturduğundan, bu durum Almanlar tarafından bir tehlike olarak algılanmıştır. Bu nedenle de Almanya’daki gurbetçileri organizasyon olarak bölecek gruplara destek sunmuşlardır. Alman Kızıl Haç Teşkilatı 1984 yılında kurulan Bonn Kürt Enstitüsüne önemli parasal yardımlar yapmış ve Enstitü bu paralar üzerinden kurumlaşmıştır. 

1984 Döneminde Kuzey Iraktaki gelişmeler 

 Türkiye 1983 yılında Kuzey Irak’a askeri hareket yaparak burada bulunan terörist unsurların yok etmeye çalışmıştır. Fakat Türkiye’nin askeri hareketinden sonra bölgenin yerel sahibi İKDP sahip olduğu alanları terk etmiş, Türkiye sınırında bulunan ve kontrolsüz kalan dağlık alanlara PKK yerleşmiştir. Öcalan ortaya çıkan karlı durumun farkındalığıyla 26 Haziran 1984 tarihinde, “Son Siyasi Gelişmeler ve Devrimci Görevlerimiz” başlıklı bir yazıyla Türkiye’yi tekrar bölgeye çekecek ortam oluşturmaya çalışmıştır. 

 Bu hamle PKK’nın önemli oranda büyümesine neden olmuş ve dar dengeler içinde bir güç olarak kabul görmeye başlamıştır. 21 Eylülde ABD’nin Suriye büyükelçiliğine atanan William Aegleton göreve başlamasından kısa bir süre sonra Şam’da PKK yöneticilileriyle görüşme yapmış, onlara ABD’nin Ortadoğu Planları dahilinde yapılacak faaliyetlerin olumlu karşılanacağı ve ABD’nin bölgeye yönelik ayrı bir devlet kurulması düşüncelerini ifade etmiştir57

Bu kişi gerçekte ise CİA tarafından bölgeye atanan ve Ortadoğu’daki Kürt hareketini yönlendiren bir istihbarat elamanıdır. William Aegleton 1989 yılında Paris Kürt konferansında yaptığı konuşmada ABD’nin daha 1954 yılında Kerkük’te Kürtçe bülten yayınladığını ve Kürt hareketlerinin oluşumuna destek sunduğunu ifade etmiştir. 

Aynı Aegleton Irak-İran savaşının başlamasından bir hafta önce ABD’nin Bağdat büyükelçisi olarak atanan kişidir. Aegleton tarafından hazırlanan psikolojik hareket metotlarıyla Irakta yıllarca Kürtlerin Med  İmparator luğundan geldiği tezi işlenmiştir. Bu teze göre Kürtlere aslında kendileriyle ilgisi olmayan ama istense de doğruluğu veya yanlışlığı ispatlanamayacak bir gelecek uydurmak amaçlanmış, bununla ilgili uydurma sipariş kitaplar hazırlanıp bölgede dağıtılmıştır. 

ERNK’NİN İlanı ve Örgütün Uluslararası Boyut Kazanması 


1984 yılı sonlarına gelindiğinde PKK’nın askeri olarak yapısını tamamen kurduğu ve örgütlediği görülmektedir. 
1984 yılı Aralık ayı içerisinde örgütün parti meclisi kararıyla Siyasi Cephe faaliyetleriyle ilgili bir birim  oluşturulması kararı alınmıştır. 

Bu nedenle de kurumlaşmanın ikinci aşaması olan siyasal faaliyetlerin düzenlemesine sıra gelmiştir. Bu nedenle de ERNK adıyla bir yapının oluşturulması ve milis güçlerini örgütlemesi kararı alınmıştır. Alınan karar 
gereği Kürdistan Ulusal Kurtuluş Cephesi-ERNK, 21 Mart 1985 yılında Almanya’nın Bonn kentinde ilan edilmiştir. 
Kuruluş törenine Fransız Haber Ajansı, Alman Die Tageszeitung Tat gazetesi, Hollanda Radyosu davet edilmiş ve bu medya organlarınca konu ile ilgili geniş haberler yapılmıştır. 

ERNK’nin ilanı örgüt tarafından bütün Avrupa kentlerinde kutlanarak Dünya kamuoyuna duyurulmaya çalışılmıştır. Bu maksatla Almanya’nın Bielefeld kentinde 30 Mart tarihinde kutlamalar tertip edilmiş ve kutlamaya 
600 kişi katılmıştır. Bunun yanı sıra Almanya-Köln, Oldenbug, Hollanda-Den Haag, Fransa-Paris ve İsveç-Stockholm şehirlerinde kitlesel katılımlı törenler gerçekleştirilmiştir. 

Buralarda yapılan açıklamalarda ERNK’nın görevi ile ilgili olarak; “Kürt sorunu konusunda bilgi sağlamak, Kürtlere karsı yapılan insan hakları ihlallerini tespit edip bu bilgileri ulusal ve uluslararası kuruluşlara bildirmek ve bu yolla insan hakları örgütlerinin, parlamentoların, siyasi liderlerin, partilerin ve diğer demokratik kuruluşların desteğini sağlamak” olarak ifade edilmiş ve hazırlanacak bültenin diğer dillere çevrilmesi de öngörülmüştür 58. 

Konu ile ilgili Serxwebun dergisinde “ERNK’nin ilanı Halkımızın Tarihi Direnme Kararıdır” başlıklı Öcalan’ın yazısında, Türkiye’nin sömürgeci, bölgenin sömürüldüğü ve baskı altında tutulduğu belirtildikten sonra, ERNK için; “…halkı oluşturacağı çeşitli örgütlerle topyekûn örgütleyip birleştirecek, halk savaşımızın dayanacağı temel siyasal güç ve zaferimizin güvencesidir” denmiştir 59. 


ERNK’nin kuruluşunun açıklandığı metinlerde; iki yıl içerisinde yeni katılımları ARGK saflarına ulaştırmak, Kürdistan’daki halk savaşı için gerekli lojistik ihtiyaçları karşılamak ve bu amaçla özel kampanyalar yürütmek, 
Kürdistan’daki diğer bağımsız hareketler ile ilişkiler geliştirmek, bölgedeki Kürt hareketi için özel kanunları gündeme getirmek, uluslararası propaganda çalışmalarına ağırlık vermek, basın-yayın faaliyetlerine önem vermek, Türk ürünlerinin Avrupa’da boykot edilmesi yönünde çalışmalar yapmak, Güneydoğu’daki militanların ihtiyaçlarını karşılamak ve PKK’nın propaganda ve iletişim çalışmalarına yardımcı olmak şeklinde birimin görevleri sayılmıştır. 

ERNK’nın kurulusundan sonra, PKK’nın silahlı ve milis grupları Suriye’den Türkiye’ye geçerek Ağustos ortalarında, “yerel ayaklanmayı” gerçekleştirmeyi hedeflemişler. Yapılan plana göre halk meydanlara dökülecek, akabinde de askeri güçlerin halka müdahalesi sağlanacak ve böylece de ortaya çıkan durum ERNK yardımıyla dünya kamuoyuna duyurularak, Türkiye zor duruma düşürülecek ve örgütünde daha çok tanınması sağlanacaktır. 

ERNK’nin kurulmasıyla birlikte PKK güdümünde faaliyet gösteren tüm örgüt kurumları bu yapı içerisinde yeniden şekillendirilmiştir. 1982 yılında Avrupa’daki bazı ülkelerde faaliyet gösteren, Almanya merkezli FEYKA-
Kürdistan adlı dernek, ERNK’yle birlikte faaliyetlerine daha da hız vermiştir. 

1985 yılında gerçekleştirilen FEYKA’nın II. kongresine, birçok Avrupalı parti ve kuruluşta gözlemci olarak katılmıştır. Bunların en önemlilerinden biride Yunan İşçi Cemiyetleri Birliğidir. Ayrıca toplantıya IKDP (Irak Kürdistan Demokrat Partisi) Almanya teşkilatı, Federal Almanya Yunan İşçi Cemiyetleri Birliği, KSSE Almanya seksiyonu (Avrupa Kürt Öğrenciler Birliği), Güney Afrika Grubu, SDP Milletvekili Rudolf Bindig ve Horst Jungmann ile OEK Başkanı K. Pappos mesaj göndererek desteklerini sunmuşlardır. Genel Merkezi Almanya’da olan ERNK’nin ilk bürosu ise Mart 1985 tarihinde Atina’da faaliyete geçirilmiştir. 

Öcalan, Nisan 1985 yılında “Yiğit Kürdistan Halkı; Cephe Bayrağı Altında Toplanalım ve Savaşalım” başlıklı bir bildiri yayınlayarak tüm siyasal etnik Kürtçü örgüt ve grupları ERNK altında birleşmeye ve Türkiye’ye 

karşı birlikte mücadele etmeye çağırmıştır. Öcalan yazısının devamında, kültürel faaliyetlerden, yürüyüş ve gece faaliyetlerine, protestolar, toplantılar ve düğünlerden cenaze törenlerine kadar her şeyin değerlendirilmesi gerektiğini istemiştir. 

ERNK’nin kurulmasından sonra örgütün Avrupa’daki faaliyetleri büyük bir ivme kazanmış olup, gidişattan memnun kalan örgüt yöneticileri tarafından PKK Avrupa Silahlı Birlikleri oluşturulmuştur. Bu birliğin amacı, Avrupa ülkelerinde örgüte karşı olan kişi ve kurumlara yönelik baskı ve şiddeti geliştirerek, muhalefeti önlemek ve örgütün güçlenmesini sağlamak olmuştur. 

1993 tarihinde Almanya’da dağıtılan ERNK bildirisinde; “cephe faaliyetleri devrimci şiddetin siyasal zorudur. Gerilla halkın şiddeti iken, cephe örgütlenmesi ve eylemi onun siyasal şiddetidir” denilmiştir. ERNK talimnamesinde ise asıl amaç; “…parti etrafında gelişen halkın ilgisini mutlaka örgütlendirmek ve uygun savaşım biçimleriyle düşman karşısına 
dikmek” olarak ifade edilerek, yerleşim yerlerindeki halkın devlete olan güvenini ortadan kaldırıp, ARGK’ye elaman temin etmek ve tüm kesimleri silahlı propagandaya alt zemin olarak biçimlendirmek biçiminde planlama yapılmıştır. 

ERNK faaliyetleriyle silahlı birlikler dışındaki halkında sözde mücadeleye katılımı sağlanacak ve her kesim terörize edilecektir. Örgütün bu amaçla Avrupa’da giriştiği en önemli eylem ise, İsveç Başbakanı Olaf Palme’nin öldürülmesi olmuştur. 

İsveç Başbakanı Olaf Palme’nin Öldürülmesi 

Örgütün pervasız eylemleri ve kendisi dışındaki tüm sözde devrimci güç ve hareketleri de ölüm listesine eklemesi, hem Sosyalist hem de Kürtçü örgütleri PKK karşıtlığına itmiştir. KOMKAR, Peşeng, KUK, TKP gibi 
örgütler PKK’yı açıkça düşman ilan etmiş ve mücadele kararı almışlardır. Bu zamanda diğer Kürtçü örgütlerin ve PKK karşıtlarının İsveç ülkesinde üstlenmiş olması, PKK’nın İsveç devletini ve lideri Olaf Palme’yi düşman olarak nitelemesine ve onu öldürmesine neden olmuştur. 

İsveç ülkesi ve PKK arasında ki bu olumsuz ilişki, suikastın meydana gelmesinde etken unsurlardan biri olmakla birlikte, diğer önemli bir husus ta Öcalan’ın bu ülkeye olan kişisel kızgınlığından kaynaklanmaktadır. 1982 
yılında Lübnan’da meydana gelen karışıklıklardan sonra Abdullah Öcalan bölgeden çıkmak zorunda kalmış, arkadaşlarının yanına yani silahlı güçlerin yanına gitmek yerine Bulgaristan’a geçiş yapmıştır. Öcalan’ı Bulgaristan’a 
geçiren ve orada barınmasını sağlayan güç Sovyet İstihbaratıdır60

Öcalan, Bulgaristan’a gelince Almanya’da faaliyet gösteren PKK Avrupa çalışanlarından Nadire adlı bayan oraya giderek, Öcalan’a tercümanlık yapmıştır. Bu bayan örgütün ilk kadrolarından olup, çok iyi derece Rusça 
bilmektedir. 

Bir süre değişik yerlerde saklanan Öcalan daha sonra 1983 yılında İsveç’in Şam Büyükelçiliğine iltica talebinde bulunmuştur 61. Bu talep kabul edilmeyince eşi Kesire o dönem İsveç'te yasal oturumla yaşadığından, onun yanına gitmek için izin talebinde bulunur ve bu talebi de geri çevrilir. Öcalan talebin kabulü için Avrupa’da çalınmadık kapı bırakmaz. Hatta bu çerçevede kitlesel eylemler yapılır ve imzalar toplatılır 62. 

Diğer bir kaynağa göre ise Abdullah Öcalan’ın İsveç ülkesinde oturum izni almak için müracaatı 18 Ağustos 1985 tarihinde olmuştur 63. İsveç hükümeti Öcalan’ın bu talebini o dönem İsveç’te yaşayan ve Kürtçülük alanında siyasal çalışmalar yürüten Mahmut BAKSİ’ye sormuş, Baksi’nin olumsuz raporu nedeniyle müracaatı kabul edilmemiştir. Öcalan İsveç’e kabul edilmeyince, bunun intikamını almak konusunda girişimlerde bulunmuş, daha bu olaydan hemen sonra PKK’nın Palme’ye yönelik hazırladığı bir suikast planı boşa çıkarılmıştır. 

Örgütü İsveç ülkesine karşı kinli davranmaya iten diğer bir iddiada; Avrupa sorumlularından Av. Hüseyin Yıldırımın bu ülkede tutuklanarak cezaevine konması ve Peşeng/KÖİP örgüt mensuplarının Netaci adlı bir PKK’lıyı 
İsveç’te darp etmesi ve PKK militanlarının müracaatlarına rağmen, İsveç hükümetinin bu konuyu sözde geçiştirmeleridir. Yine İsveç hükümetinin Avrupa’daki PKK mensuplarına oturma izni vermeyip te, örgütten ayrılan 
eski PKK mensuplarına oturum vermesi de, İsveç ülkesini PKK’nın hedefi haline getirmiştir. 

İsveçliler bu dönemde PKK’yı terörist olarak gördüğünü açıklamış ve 18 PKK'lı hakkında sınır dışı etme kararı almıştır. Sosyalist Enternasyonal içinde önemli bir yeri olan Palme'nin politikaları, uluslararası platformda 
PKK'yı zor duruma düşürmüştür. 

İsveç hükümetinin PSK, KÖİP VE Rızgari gibi diğer Kürtçü örgütleri sahiplenmesi de PKK’nın tepkisini çekmiş ve “İsveç’te işlenen gericilik, oynanan oyunlar ve açığa çıkan gerçekler” adlı haberle bu durum açığa vurularak, ABD ve İsveç’in devrimcileri yok etme gayretine girdiği belirtilerek Olaf Palme hedef gösterilmiştir. 

Abdulkadir Aygan PKK içerisinde yaşadığı yılları kaleme aldığı kitabında 1985 yılında Abdullah Öcalan’dan gelen bir talimatı, PKK-MK üyesi Selim Hoca kod adlı Selahattin Çelik ‘in kendilerine aktardığını, bu talimatta; 
bölgeden geçen tüm İsveç tırlarına yönelik eylem yapılmasının istendiği, hatta bu nedenle birkaç İsveç tırının yakıldığını beyan etmiştir. 

Olaydan yıllar sonra Berxwedan dergisinde çıkan bir haberde; PKK’ya karşı uluslararası bir komplonun sergilendiğini, bazı Kürtçü örgütlerinde bu işin içerisinde yer aldığı ve bu komplonun ise Olaf Palme’nin koordinasyonunda Stockholm-Ankara-Bağdat üçgeninde tezgâhlandığı ifadelerine yer verilmiştir 64. 

Olaf Palme genelde Ortadoğu özelde de Kürt meselesine özel ilgisi olan biridir. Palme, IKDP, KUK, Rızgari, Kawa v.b. örgütlerin ülkesinde üstlenmesine izin verdiği gibi, PKK’dan ayrılan muhaliflere de destek vermiştir. Palme bununda ötesinde Kuzey Iraktaki siyasal Kürt hareketlerini parasal açıdan desteklemekte ve ayrı bir devlet kurmaları yönünde teşvik etmektedir. 

Olaf Palme’nin Kuzey Irak’ta emperyalist Batılı devletlerden bağımsız kendine özgün bir Kürt devletini desteklemesine karşın Türkiye’nin toprak bütünlüğüne saygılı olduğu hatta Türkleri çok sevdiği bilinmektedir. 
Palme, ülkesinde Konya’dan göç eden Türklerin yoğun yaşadığı bir bölgeden parlamenter seçilmiş olup, görevde kaldığı süre zarfında ülkesinde yaşayan Türklerin sorunlarının çözülmesinde önemli yardımlar yaptığı görülmüştür. 

Türkiye’ye ciddi sempatisi olan Palme, Konya’nın kulu ilçesinde açılan ve Olaf Palme adı verilen bir dinlenme tesisinin de açılışına katılarak, burada Türk halkına olan sevgisini dile getirmiştir. Palme’nin Türkiye’ye olan sevgisinin yanında silahlı mücadele içinde olmayan Kürt grupla desteği de bilinen bir gerçektir. 

Kuzey Iraklı Kürtlere olan ülkesinin desteği ise aslında sadece Palme’nin kişisel bir çabası olmayıp, İsveç Devletinin resmi politikasını yansıtmaktadır. İsveç Devleti 1960’lardan itibaren bu politikayı hayata geçirmiş, Türkiye’de ve Orta doğudaki tüm siyasal Kürtçü hareketlere yardım etmiş, ülkemizde faaliyet gösteren TDKP’nin tüm lojistik ihtiyaçlarını karşılaşmıştır. O dönem İsveç devleti Musa Anter aracılığı ile Türkiye’de yaşayan Güneydoğulu üniversite öğrencilerini ülkesine çağırarak, kendi çizgisinde grup oluşturmaya çalışmıştır. İsveç’in bu isteğine karşın Anter ise bölgedeki Süryani, Yezidi ve Ermeni asıllı olan kişilerin daha yoğun olduğu 200 kişilik bir grubu buraya göndermiştir. İsveç bu faaliyetlerinde önemli bir mesafe kaydetmiş olup IKDP hareketinin de en önemli destekçisi olmuştur 65

1970’li yılların sonlarında ortaya çıkan PKK örgütü, uluslararası güç olma çabasında olan ve bunun için Ortadoğu’yu kullanmaya çalışan İsveç devletinin bölgeye yönelik planlarını bir anda zora sokmuştur. Devlet 
geleneği olmayan İsveç’in Ortadoğu’da aktör olma gayreti, bölgede etkin olan diğer Batılı güçleri, özellikle de Almanları kaygılandırmıştır. 

Her dönem taşeronluğu iyi beceren terör örgüt tarafından 1984 yılında Avrupa alanı için yeni görevlendirmeler yapılmış, silahlı mücadelede erkin bazı kadrolar başta İsveç olmak üzere Avrupa’ya aktarılmıştır. 

ARGK içerisinde faaliyet gösteren bu militanların Avrupa aktarılması kararı da aslında ileride olabilecek durumların ip ucu olmuştur. 

PKK örgütü tarafından kaleme alınan ve Olaf Palme’yi tehdit eden yazının akabinde, Olaf Palme’nin Stockholm’de 28 Şubat 1987 tarihinde PKK mensuplarınca öldürüldüğü görülmektedir. Her ne kadar örgüt eylemi o 
dönem üstenmese de, daha sonraki yıllarda ortaya çıkan gelişmeler eylemin PKK tarafından ortaya konduğunu göstermektedir. 

2 Eylül 1987 tarihli Hürriyet Gazetesinde yer alan haberde, İsveç polisinin, suikasta kurban giden Başbakan Olof Palme'nin katil zanlısı olarak Oktay Kod Hasan Hayri Güler adlı PKK militanını arandığını bildirilmiştir. Sakık'ın ifadesine göre de, PKK Lideri Abdullan Öcalan'ın emriyle harekete geçen PKK Avrupa Sorumlularından Harun kod adlı Süreya Özbey’in 66 Palme'yi öldürmek üzere görevlendirdiği kişi Hasan Hayri Güler'dir. 

Palme cinayeti öncesinde Suriye'nin başkenti Şam'da çok gizli bir toplantı gerçekleştirilmiştir. Suriye Güvenlik Örgütü Başkanı General Ahmet Diyab'ın başkanlık ettiği toplantıya, Abdullah Öcalan, Bonn'daki Suriye Elçiliği'nde birinci katip olarak görev yapan Beşir, Selim Hoca kod adlı Selahattin Çelik, Suriyeli Albay Muhammed Kheir Azıkar ve kimlikleri bilinmeyen 2 İranlı olmak üzere 7 kişi iştirak etmiştir. Toplantıdan, Olof Palme'nin öldürülmesi kararı çıkmış ve durum Abdullah Öcalan tarafından şifreli bir mektupla Avrupa sorumlularından Numan Uçar'a bildirilmiştir. 

İsveç Polis kaynaklarına göre Hasan Hayri Güler'e suikastın gerçekleştirilmesinde yardımcı olan beş kişi; PKK militanları olan Numan Uçar, Hayri Darban, Dr. Cihan Kod Lamia Baksi 67, Miriçyan adlı İranlı bir Ermeni, Beşir Kod adlı Suriyeli diplomat ve kimliği belirlenemeyen bir İsveçlidir. İsveç Gizli Polisi SAPO, suikasttaki PKK parmağıyla ilgili tüm bilgileri toplamakla birlikte, suikastçıları yakalamayı başaramamıştır. 

İsveç polisinin konuşturduğu PKK itirafçıların verdiği bilgilere göre, Palme'ye suikast planı, Suriye'nin başkenti Şam'da yapılan bir toplantı sırasında kararlaştırılmıştır. Apo'nun da bulunduğu bu toplantıda, PKK yetkilileri nin yanı sıra 2 İranlı ve 2 Suriyeli istihbarat görevlisi de vardır. Şam'daki toplantıda bulunan Beşir kod adlı Suriyeli diplomat, suikastta kullanılan İspanyol yapısı 357 Magnum Special tabancayı temin ederek, İsveç'e 
sokmuştur. 

Planlamadan sonra Hasan Hayri Güler, Suriye diplomatik pasaportuyla önce Bonn'a gelmiş ve bu kentteki Suriye Büyükelçiliği'nde Birinci Kátip olarak görevli Beşir ön adlı diplomatla buluşmuştur. 

Suriyeli diplomat Beşir daha sonra, PKK'nın önemli isimlerinden Numan Uçar ile örgütün Danimarka sorumlusu Hayri Darban'ı Almanya'ya çağırmış ve Köln'de bir görüşme gerçekleştirilmiştir. Görüşmede, İsveç'i ve Stockholm'ü iyi bilen, İsveç'te öğrenim yapan Doktor Cihan kod Lamia Baksi ile Hayri Darban’ın birlikte hareket etmesi ve İsveç'te bulunan İranlı Ermeni Mihriçyan ile irtibata geçmelerini istemiştir. 

 Hayri Darban ile Lamia Bakşi'nin görevleri konusunda ayrıntılar ise Numan Uçar tarafından anlatılmış ve sonrasında bu kişiler Danimarka üzerinden İsveç'e girmiştir. Cinayet sonrası yapılan çalışmada ise Güler'in 1982-89 yılları arasında çok kez Yunanistan'a giriş-çıkış yaptığı Interpol tarafından saptanmıştır. 

Hasan Hayri Güler, Numar Uçar ve Mecit kod Hayri Darban'dan oluşan 3 kişilik ekip de Beşir'in ardından Danimarka'dan İsveç'e geçmiştir. Uzun süre İsveç'te yaşamış olan Dr. Cihan kod Lamia Baksi ile Miriçyan adlı İranlı Ermeni, 3 kişilik suikast ekibini karşılayarak, Stockholm'de Miriçyan'ın evine yerleştirmiştir. Olof Palme'nin nerede ve nasıl öldürüleceğine ilişkin gözlemler üç hafta sürmüş, Palme'nin karısıyla birlikte korumasız olarak 
sinemaya gittiğini bildiren kişi ise suikastın yerini ve zamanını tayin etmiş tir. 

Hayri Darban ve Lamia Bakşi'nin İsveç'e girişlerinden takriben üç hafta sonra İsveçli şahıs, Mihriçyan'ın evine gelerek Palme'nin yanına koruma görevlisi almadan sinemaya gittiğini söylemiş, bunun üzerine grup iki 
araba ile sinemanın bulunduğu mahalle hareket etmiştir. Çevrede yapılan keşfin ardından tetikçi Hasan Hayri Güler, Palme'nin sinema çıkışında gideceği istikamette beklemeye başlamıştır 68

28 Şubat 1986 gecesi sinema çıkışında pusu kuran Oktay Kod Hasan Hayri Güler, enseden sıktığı tek bir kurşunla Olof Palme'yi öldürmüştür. 
Bu suikast şekli bir süre önce İsveç’te Semir Kod Çetin Güngör’e de 
uygulanmıştır. Ekibin üyeleri süikastin akabinde yeniden Miriçyan'ın evine dönmüş ve bir Yugoslav işçiden çalınmış olan sahte pasaportlarla 20 gün sonra İsveç'i terk etmişlerdir. 

Tetikçi önce Finlandiya ve Fransa'ya geçmiş ardından da halen yaşadığı Almanya'ya gitmiştir. Tetikçi Güler daha sonra Almanya'da PKK'ya yönelik olarak Düseldorf'ta açılan bir dava kapsamında tutuklanmış ve cezaevinde 
gönderilmiştir. 

Hasan Hayri Güler'i cinayetten sonra Finlandiya'ya kaçıran PKK üyesi Feyzi Açıkgöz, daha sonra örgütle anlaşmazlığa düşmüş ve ‘Palme cinayetini PKK'nın işlediğini anlatmıştır. 

Örgüt tarafından ölümle tehtit edilen Açıkgöz’e ‘‘Bu iftirayı Türkiye adına çalıştığım için attım’’ diyerek PKK üstündeki kuşkuların dağıtılması istenmiştir. Açıkgöz bu senaryoya yanaşmayınca örgüt tarafından hapsedilmiştir. 

Açıkgöz'ü serbest bırakarak yaşamını kurtaran PKK'lı Mehmet Şener ise daha sonra örgütten ayrılmış, Kesire Öcalan'ın ekibinde çalışırken de PKK tarafından öldürülmüştür. 

Fevzi Açıkgöz, daha sonra konu ile ilgili verdiği bilgilerde; "Kürt basınında ben propaganda amacı olarak kullanılacaktım. PKK'yı itibardan düşürmek için Palme'yi öldürmek üzere İsveç'e gönderilmiş olduğumu itiraf edecektim. Abdullah Öcalan, benim bir Türk ajanı olarak Palme'yi öldürdüğümü itiraf ettiğimi iddia etmişti. Aylar süren işkenceden sonra 
ölmek istediğim zamana kadar hiç bir şey imzalamadım. Şans eseri hayatta kaldım. Cezaevinin komutasını devralan Mehmet Şener isimli yeni siyasi komutanı tanıyordum. Beni dışarı çıkarttı. Ama Öcalan'a karşı koruyamazdı. Onun için yaya olarak Şam'a kaçtım. İsveç Büyükelçiliği'nden sığınma istedim…" demiştir. 

Daha sonra ilginç bir gelişme olmuş cinayette PKK parmağını araştıran polis müdürüne işten el çektirilmiş 69, sonrasında da Palme dosyası kapatılarak üstü örtülmüştür. Palme davasından yargılanıp daha sonra aklanan tek 
zanlı olan Christer Pettersson ise, 16 Eylül 2004’te esrarengiz bir biçimde öldürülmüştür. 

Öcalan, Palme’nin PKK tarafından öldürüldüğü gerçeğini yakalandıktan sonra avukatları ile yaptığı bir görüşmede; Olaf Palme cinayetinin PKK’nın içindeki bazı çetelerce yapılmış olduğunu itiraf etmiştir 70. Yine Öcalan diğer bir yazısında Olaf Palme cinayetinin örgütün Eski Merkez Komite üyelerinden Ali Çetiner tarafından yapılmış olabileceğini ifade ederek kendisinin olayla ilgili sorumluluğunu hafifletmeye çalışmıştır 71. 

Aynı Öcalan yakalandıktan sonra verdiği ifadesinde ise bu defa cinayetin kardeşi Osman Öcalan tarafından planlandığını belirtmiştir. Öcalan cinayette kendisinin sorumluluğu olmadığını söylese de zikrettiği isimlerden Ali Çetiner ve Osman Öcalan’ın cinayetin olduğu dönemde örgütün en üst görevlerinde yer almış olması konusunu ise “benim haberin yoktu, onlar planlamışlar, benden bağımsız hareket etmişler” sözleriyle geçiştirmiştir 72. Herkes PKK’da Öcalan’dan bağımsız bir karar ve eylemin gerçekleştirilmesinin imkansız olduğunu bilir. 

Abdulkadir Aygan ise bu cinayet ile ilgili olarak; “Olof Palme'nin katili, PKK ve Ergenekon tetikçisi Ekrem Kod adlı Hıdır Sarıkaya’dır” dedikten sonra konu ile ilgili olarak şahit olduğu olayı şöyle aktarmaktadır. Aygan; “1994 yılında Diyarbakır'da iken Tunceli Çemişgezekli Tayfun kod adlı Hıdır Altuğ isimli eski PKK'lı bir arkadaşım ziyaret için evime misafir olarak geldi. O gün Milliyet gazetesinde bir ilan vardı. Olaf Palme cinayetini açıklayana büyük 
miktarda ikramiye teklif ediliyordu. Tayfun bu ilanı görünce , 'Abi nereye başvurmam gerek, ben cinayeti işleyeni tanıyorum' diye ayağa kalktı; bana, Ekrem kod adlı Hıdır Sarıkaya'nın Olof Palme cinayetini işledikten sonra Bekaa'daki PKK kampına döndüğünü ve orada Öcalan tarafından bir kahraman gibi karşılandığını söyledi" demiştir. 

Adı geçen Hıdır Sarıkaya adlı militan Öcalan’ın en güvendiği militanlardan olup, onun tarafından Avrupa’da silahlı birliklerin komutanı olarak atanmış ve burada onlarca cinayetin emrini vermiştir. Sarıkaya aynı zamanda Dersim Eyalet Koordinatörü olup, Öcalan’ı derin güçlerin ajanı olarak suçlayan Doktor Baran Kod Müslüm Durgun’u da Tunceli’de ve Esat Oktay Yıldıran’ı İstanbul’da öldüren kişidir. Dolayısıyla Sarıkaya Palme’yi değil Esat Oktay Yıldıran’ı öldürdüğü için ödüllendirilmiştir. 

Olaf Palme eyleminde adı geçtiğinden yakalanan ve bir süre cezaevinde kalan PKK’nın Avrupa sorumlularından Mehmet Taş adlı PKK militanı cezaevinden çıktıktan sonraki zamanlarda Malmö’de 11 Şubat 2008 tarihinde yine PKK militanlarınca infaz edilmiştir. 

Bu eylemden sonra PKK terör örgütünün Avrupa alanında yürüttüğü faaliyetler artık örgütün bölgesel güç olmaktan çıkıp tüm insanlığı tehdit eden bir uluslararası terör örgütü olduğunu ortaya çıkarmıştır. 

Bu hadiseden sonra da örgütün daha da küreselleştiği ve hemen hemen tüm ülkelerde örgütlendiği görülmektedir. 

İsveç devletinin bu dönemdeki Ortadoğu’daki politikası Avrupa’nın diğer devletlerini rahatsız etmiştir. Cinayetin bu kadar açık hazırlanmış olmasına karşın hiçbir Batılı ülkenin bunu bilmemesi imkânsızdır. Bana göre bazı Avrupalı güçler bu olaya göz yummuş, planlamış ve PKK’yı da tetikçi olarak kullanmışlardır. Palme’nin öldürülmesinden sonra bile konu Avrupa ülkelerince yeterince sorgulanmamış, bir süre sonra üzeri kapatılmıştır. 

Olaf Palme, Amerikalı güçleri geçmişten beri rahatsız eden bir addır. Palme, 21 Subat 1968 tarihinde ABD’nin Vietnam savasını protesto eder ve Amerika’yı Ho Chi Minh hükümetini tanımaya çağırır. Bu olayı 367 Amerikan gazetesi resimlerle yayınlar ve nihayetinde ABD, 8 Mart 1968 de Stockholm büyükelçisini geri çağırmak zorunda kalır. 

Olayın Avrupa boyutu böyle iken, konunun ülkemize bakan yönü de mevcuttur. Bana göre PKK’nın kurulmasıyla ilgili ortaya çıkan iki neden vardır. Gerçekte PKK terör örgütü uluslararası bir planlamanın Türkiye’deki uygulanmasıdır. Kuruluşundan günümüze kadar devam eden PKK faaliyetleri incelendiğinde örgütün bu güçlerin menfaatleri çerçevesinde faaliyet gösterdiği, Türkiye’de var olan derin örgütlenmelerden destek aldığı görülmektedir73

Bu nedenledir ki İsveç devletinin ve Olaf Palme’nin faaliyetleri Gladyonun ve onun Türkiye uzantısı olan güçlerin planlamalarının çatıştığı görülmektedir. Olayın meydana geldiği dönemde PKK’nın en önemli görevi ise diğer Kürtçü hareketleri bitirmektir. İsveç’in diğer örgütleri desteklemesi, parasal yardım yapması ve muhalifleri barındırması, doğal olarak PKK’nın büyüme ve gelişmesinin önünde bir engel oluşturmaktadır. 

Bu cinayetle; İsveç’e Ortadoğu konusunda önemli bir mesaj verilmiş, Avrupa’da PKK dışında faaliyet gösteren örgütlere darbe vurulmuş ve İsveç PKK’ya kapılarını açmak zorunda kalmıştır. Bu olaydan sonra PKK, 
1985 yılında Avrupa’da infaz hareketlerine başlayarak diğer tüm Kürt örgütlerine şiddet uygulayarak, onları ortadan kaldırmış yada marjinalleş tirmiştir. Olaf Palme’nin öldürülmesi Avrupa’da kısa bir süre sonra 
unutulmuş, hatta İsveç devleti dahi konuyu yüzeysel ele almıştır. 

PKK’nın eski Merkez Komite üyesi Baki Karer’in 1984 ARGK (Eruh ve Şemdinli) baskınları ile Olaf Palme Cinayet ile ilgili beyanları da konuya açıklık getirecek boyuttadır. Karer, “Bir Serüvenin Düşündürdükleri” adlı 
kitabında; “Abdullah Öcalan, kimlere karşı öfke duyduğunu hem benzer sözlerle, hem de pratiğiyle göstermiştir. Hızını alamayıp dünyanın öbür ucuna kadar kovalamak istediği güçler solculardı. 1984’lerde de patlatılacak silahların karşı devrimci hedeflere hizmet edeceğini açıktan ilan ediyordu. Onu bu kadar cesaretli kılan elbette derin devlet denilen odakların 
gücüydü. Derin devletten ve bunların uluslararası bağlantılarından güç alanlar, devrimcilere karşı böylesine pervasızca konuşur, işlemek istediği cinayetleri önceden açıkça ilan edebilirler. 

1984 provokasyonu bu anlamda önemlidir. Halk adına sözümona bir mücadelenin başlangıcı olarak nitelendirdikleri bu eylemin özü ve biçimi çok iyi incelenmelidir. A. Öcalan ve PKK’ye bakışta birçoklarını yanılgıya düşüren bu eylemin asıl anlamı bilince çıkarılmalıdır. 1984’te yapılanlar, cuntanın bir dönem için üstlendiği görevlerin sol maskeyle sürdürülmesinden başka bir şey değildir. 

1984 provokasyonu; cuntacıların, baskı ve terörden çıkarı olan sermaye odaklarının, demokratik bir ortamın oluşması için mücadele veren güçlerin başında Demokles’in kılıcı gibi sallanmalarını sürekli kılan bir provokasyon dur. Diğer bir yönüyle, Türkiye’de devrimci demokratik mücadeleyi uluslararası planda terör hareketi olarak yansıtarak, demokratikleşmenin önünü tıkayan karanlık güçlere haklılık kazandırmayı amaçlayan bir provokasyondur. 

Abdullah Öcalan’ın gerek ayrılanlara, gerekse de ilerici demokrat tüm örgütlenmelere karşı Avrupa’da cinayetler işlemesi bu nedenledir. Hatta daha sonraları Palme cinayetine adının karışması bile başlı başına irdelenmesi gereken bir konudur. Özellikle Avrupa’da karanlık odakların kolluk kuvvetleriyle açıktan ortaklaşa cinayetler işlemekten çekinmedikleri giderek gün yüzüne çıkmıştır. Dikkat edersek, dönemin devrimci, demokrat hiç bir siyasal oluşumu hedef dışı bırakılmamıştır. Hem Türkiye’de, hem de Kuzey Irak’taki devrimci demokrat güçleri aynı anda yok etmekle yükümlü olduklarını çoğu kez gizlememişlerdir. Bunun için hem Türkiye’de derin devlet diye ifade edilen güçlerle, hem de Avrupa ve Ortadoğu’daki karanlık odaklarla hareket edilmiştir. Abdullah Öcalan, bahsedilen güçlerle ortak hareket etmekten övünç duyduğunu her fırsatta dile getirmiştir. Karanlık güçlerden aldığı destekle hedef aldığı kesimlerin listelerini dahi yayınlamak tan çekinmemiştir” ifadelerine yer vererek, örgütün olaylardaki taşeron rolünü açığa çıkarmıştır. 

Daha sonraki yıllarda İsveç Devleti tarafından, Olaf palme’nin ölümü ile ilgili Türk makamlarından Öcalan ile İmralı’da görüşme yapmak için talepte bulunulmuştur. Öcalan, 6 Nisan 2001’de gerçekleşen görüşme sırasında özel heyetin Başkanı Stig Edqvist’e; cinayetin PKK’dan ayrılan PKK/Vejin tarafından yapıldığı söyleyerek 74, olayı ölen ve ayrılan eski militanlarının üzerine atmıştır. 

Öcalan’a 1999 yılında ki sorgusunda, PKK'nın yayın organlarında Palme'nin öldürülmesiyle ilgili yazınızın etkisi olmadı mı?" sorusuna; "Hayır. Bu yazıları yazan Hüseyin Yıldırım'dır. Kendisi örgütün dış ilişkiler sorumlusu dur. Yazısında, Olof Palme'yi tehdit ediyor ve 'başına gelecekleri görür' şeklinde sözler kullanıyor. Böyle bir emri ben vermişsem, bunun yayınlanmasını Hürriyet gazetesinden istedim, ama yayınlamadılar. Palme'yi PKK Vejin Örgütü'nün öldürdüğü yolunda bilgiler aldım. Bu örgütü Kesire Yıldırım ve Hüseyin Yıldırım kurdu, geliştirmek istedi. Genellikle Avrupa'da faaliyet gösteriyor" ifadelerini kullanmıştır. Fakat olay tarihinde Hüseyin Yıldırım’ın Avrupa Sözcüsü olduğu ve bu görevlendirmeyi kendisinin yaptığı hususunu ise görmezlikten gelmiştir. 

 Olaf Palme’nin öldürülmesi için Şam’da yapılan toplantıda Suriyeli ve İranlı istihbaratçılar ile İran asıllı bir Ermeni’nin olması, bu ülkelerinde cinayetten neler beklediğinin araştırılması gerektiğini düşündürmektedir. İran’ın, Almanya’nın Orta Doğu’daki taşeronu olması ve Dünyada ABD, Almanya ve İsrail derin güçlerinin ittifakı da düşünüldüğünde planın her kesime yaradığı görülmektedir. 

Palme’nin öldürülmesinin akabinde örgüt tarafından çok sayıda Kürtçe İncil basılarak, Avrupa ülkelerinin bir çoğunda dağıtılmış ve sığınma talebinde bulunan kişilere “ben Kürt ve Hristiyan’ım” beyanın da bulunması istenmiştir. 

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR



***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder