21 Ocak 2018 Pazar

PANZER VE KÜRT İSYANI, GEZİ’DE KILIÇ ÇEKİLDİ BÖLÜM 2

PANZER VE KÜRT İSYANI, GEZİ’DE KILIÇ ÇEKİLDİ BÖLÜM 2


2001’DE BATIRILAN BANKALAR SON SAHİPLERİNE DEVREDİLİRKEN KİM HANGİ GÖREVİ İCRA EDİYORDU? 

BANKA -    SAHİBİ -   YIL - BAŞBAKAN -   CUMHURBAŞKANI 

Kentbank   M.Süzer   1992    Süleyman Demirel      Turgut Özal 
Bank Kapital Ceylanlar   1995    T.Çiller    Süleyman Demirel 
EGS Yat.Bank. EGS Holding 1995  Tansu Çiller    Süleyman Demirel 
Sümerbank H.Garipoğlu   1995 Tansu Çiller  Süleyman Demirel 
İnterbank C.Çağlar   1996    Tansu Çiller   Süleyman Demirel 
Yurtbank A.Balkaner 1996   Necmettin Erbakan    Süleyman Demirel 
Ulusal Bank H.Cıngıllıoğlu  1997  Necmettin Erbakan  Süleyman Demirel 
EGS Bank EGS Holding  1997  Necmettin Erbakan  Süleyman Demirel 
Sitebank Y.Sürmeli 1997  Necmettin Erbakan  Süleyman Demirel 
BankEkspres K.Yiğit 1997  Necmettin Erbakan  Süleyman Demirel 
Bayındırbank K.Çörtük 1997  Mesut Yılmaz  Süleyman Demirel 
Atlas Yatırım M.Süzer 1998  Mesut Yılmaz  Süleyman Demirel 
OkanYatırım Okan Grubu 1998  Mesut Yılmaz  Süleyman Demirel 
Egebank M.Demirel 1998  Mesut Yılmaz  Süleyman Demirel 
Etibank Çağlar-Bilgin 1998  Mesut Yılmaz  Süleyman Demirel 
Türkbank K.Yiğit 1998  Mesut Yılmaz  Süleyman Demirel 

YEŞİL SERMAYE KARARTILIYOR 

Bu gün geriye dönüp bakıldığında 28 Şubat’ın görünürdeki madurlarının belli olduğu görülüyor. Ya bilinmeyen madurları? Artık bir çok ekonomist o dönemde ülke ekonomisine yeni yeni ağırlığını koymaya başlayan dindarların kurduğu büyük şirketlerin yani o dönemdeki ismiyle ‘yeşil sermaye’nin o dönemin en önemli madurları olarak gösteriyor. Sonuçta adına "yeşil'' denilerek hedef alınan Anadolu sermayesi oldu, sermayenin el değiştirmesi, ordu vesayetinde sağlan maya çalışıldı. Batan bankaların birçoğunun yönetim kurullarında görev yapan emekli paşalar gerekli mesajı verirken, bankacı komutanlar dokunulmazlık zırhı ile davalardan muaf tutulmuşlardı. Şimdi bilinen sebeplerle asker bankacı kullanan dönemin ünlü şahıslarına yakından bir göz atalım. 
İlk önce Hayyam Garipoğlu ve bankasını ele alalım. Sümerbank'ı 1995 yılında özelleştirme ihalesi ile satın alan Hayyam Garipoğlu, 1999'a kadar çeşitli işlere dalmış, ismi, Malki cinayeti ve Türkbank skandalına karışmıştı.1999 yılında, içi boşaltılan Sümerbank'a el konmak zorunda kalınırken, devletin sırtına 450 milyon dolar zarar bırakıldı. Garipoğlu'nun Bankasında, 1990-93 yılları 
arasında Kara Kuvvetleri Komutanlığı yapan Muhittin Fisunoğlu Yönetim Kurulu üyesi olarak görev yapıyordu. Dönemin bir diğer çok ünlü figürü olan Cavit Çağlar, 1992 yılında milletvekili ve bakan olmuş, İnterbank ve Etibank'ı satın almıştı. Meşhur MİT müsteşarı ve Jandarma komutanı Teoman Koman, İnterbank yönetim kurulu üyesiydi. Dinç Bilgin'in Etibank'ında ise, Deniz Kuvvetleri eski Komutanı emekli Orgeneral Vural Beyazıt yönetim 
kurulu üyesi olarak bulunmuştu. 

Şimdi de Demirel ailesinin küçük ferdi olan Murat Demirel’e ve ekonomiye bıraktığı izlere göz atalım. Murat Demirel'e ait olan Egebank'ın önü, 28 Şubat sürecinde iyice açıldı. Egebank'a, içi boşaltıldığı gerekçesiyle 22 Aralık 1999'da el konuldu. Bankaya el konmadan bir gece önce Egebank'ta bir toplantı yapıldığı, toplantının ardından bankadan koliler çıkarıldığı güvenlik kameralarına yansıdı. Peki, bankaya el konulacağını kim haber vermişti acaba? İşadamı Kamuran Çörtük, 1997 yılında sonunda Bayındırbank'ı satın aldı. Temmuz 2001'de banka TMSF' YE devredilirken, Çörtük'e, Bankayı 115 milyon dolar zarara uğratmaktan dava açıldı. İmar Bankası,1994 yılında Uzanlara geçti. Bankaya Temmuz 2003 tarihinde TMSF tarafından el kondu. 

Fakat artık çok geçti. 28 Şubat sürecinde(1997-2002 yılları arası) bankanın içinin boşaltıldığı anlaşıldı. Bankanın batışının ülke ekonomisine 9 Milyar dolar zarar oluşturduğu hesaplandı. Peki bankaların içi nasıl bu kadar kolay boşaltılabiliyor du ve buna neden engel olunamıyordu? Her şeyden once buna ilk sesini çıkaracak olan medyanın durumu ortadaydı. 

Etibank sahibi, eski medya patronu Dinç Bilgin, 28 Şubat sürecinde medyasının nasıl batırıldığını şöyle anlatıyor: "Mesut Yılmaz iki medya grubu arasında bir tercih yaparak Hürriyet'i seçmişti. Biz de mecburen Çiller'i desteklemek zorunda kaldık. Türkiye hızla bozulma sürecine girdi. Gazetecilerle devlet adamlarının ilişkileri olmaması gereken bir düzeye ulaştı. Ayıp şeyler oldu. İşadamları devletten ihaleler almaya başladılar. Öyle bir Türkiye ki mesela elektrik dağıtımı özelleştirilecek, bu medya grupları arasında paylaşıldı. GSM ihaleleri, santral ihaleleri hep bu şekilde paylaştırıldı. Medya medyalıktan çıktı''Dinç Bilgin, bu sözleri ile Doğan grubunu işaret ediyordu. 

Ülkeyi 28 şubat koşullarından devralan AKP kurmayları ise ekonomiye o dönemde yapılan olağanüstü müdahalelerin farkındaydı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği'nin (MÜSİAD) 28 Nisan 2012’de yaptığı 21. Olağan Genel Kurul Toplantısı'nda bu hortumlama skandalı ile ilgili şöyle konuşmuştu: "28 Şubat aynı zamanda başarılı iş adamlarına karşı yapılmış bir müdahaledir. İş adamlarının kolunun kanadını kırmak için yapılmış bir müdahaledir. Müdahalelerin ekonomik gerekçeleri ve sonuçları en az siyasi, sosyal sonuçlar kadar önemlidir. Bugüne kadar, müdahalelerden, kimler, hangi 
rantı sağlamıştır? Müdahaleler, kimlerin ekmeğine yağ sürmüştür? Müdahaleler, kimlerin önünü kesmiş, kimlerin ocağını söndürmüş, kimlerin kepengini kapatmış, kimleri de palazlandırmıştır? Bütün bunların artık Türkiye'de sorgulanması gerekiyor'' dedi. 

Başbakan Erdoğan yeşik sermaye olarak adlandırılan muhafazakar işadamlarının oluşturduğu kesime yönelik operasyonların farkında olduğunu şu cümlelerle ifade ediyordu: "1997 yılında 2 bin 825, 2002'de bin 855'ti MÜSİAD'ın üye sayısı. Ben MÜSİAD üyesi olursam yandım. Mağdurları görmek isteyenler 28 Şubat sürecine baksınlar. Ne dediler 'yeşil sermaye' bu şekilde etiketlediler. Şirketleri kamu ihalelerine, özelleştirme ihalelerine almadılar. 

Kredi kullanmalarını engellediler. Teşvikler keyfi bir şekilde iptal edildi. Şirketler  firmalar ürünleri özellikle kara listeye aldılar. Belli yerlerde satılması yasaklandı ürünlerin. Anadolu'da bunlar yaşanırken İstanbul'da büyük firmaların yönetiminde ekonominin 'e'sini bilmeyen enteresan vatandaşlar görev başında’’ 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 28 Şubat'ın hemen ertesinde gelen ekonomik krizlerin bir gecede Türkiye'yi yoksullaştırdığını hatırlatarak, ''Gecelik faizin bin 500'e çıktığı dönemi, 8 bine çıktığı anı hatırlayın. Buralara çıktı. Acaba kimler burada vurgunu vurdu? İşte o vurgunu vuranların aslında hesaba çekilmesi lazım. Suç duyurusu yapıyorum burada'' dedi. 

Siyasette, hukukta, ekonomide, dış politikada, ''jakobenlerin, seçkinlerin, elitlerin'' egemenliğinin artık sona erdiğini söyleyen Erdoğan, bugün artık egemenliğin ''belli zümrelerin, baronların, Galata bankerlerinin, komitacıların, çetelerin, mafyanın, cuntanın'' değil, kayıtsız ve şartsız milletin olduğunu vurguladı. Erdoğan, Türkiye'de hangi müdahale dönemine bakılırsa bakılsın en büyük darbeyi ekonominin aldığının görüldüğüne dikkati çekti. 

ALMAN BANKALARI PARKTA OYUN OYNUYOR 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ekonomik vurgun üzerine üstüste yaptığı açıklamaların hep aynı isimleri ve güç odaklarını hedef alması başbakanın bu açıklamaları sağlam bilgi ve belgelere dayandırdığını gösteriyordu. Dahası başbakan Erdoğan’ın ekonomik vurgunlar hakkında suç duyurusu yapması Erdoğan’ın hedef gösterdiği kişileri paniğe sevk ediyordu. 

Diğer yandan ülkede meydana gelen siyasi istikrarsızlıkları fırsata çevirmek konusunda eski alışkanlıklar devam ediyordu. Örneğin 28 Şubat sürecinin tetiklediği 2001 krizinde başrol oynayan Alman Deutsche Bank, Gezi eylemlerini fırsata çevirerek bir kez daha ön plana çıktı. Banka, aracı kurumu Deutsche Yabancı aracılığıyla, 7 Haziran'da borsanın en çok işlem gören 8 şirketinin hisselerini Citi Bank'tan aldı. Şüpheli takasta kar 187 milyon TL'yi geçti. 

Gezi Parkı olaylarının en yoğun şekilde yaşandığı günlere denk gelen 7 Haziran 2013 günü Borsa İstanbul'un en çok işlem gören hisse senetlerinde, yabancı aracı kurumlar üzerinden gerçekleştirilen alım satımlar gerçekten de dikkat çekiciydi. Garanti bankası, İş Bankası, Turkcell ve Yapı Kredi’ye ait olup borsada en çok alınıp satılan hisse senetlerinden 5.8 milyar TL değerinde hisse senedinin 7 Haziran Cuma günü ABD'li aracı kurum Citibank Yabancı ile Alman aracı kurum Deutsche Bank Yabancı arasında bir günde el değiştirmesiyle 187 milyon 
TL kâr elde edildiği ortaya çıktı. Söz konusu alım satımların, Başbakan Erdoğan'ın 6 Haziran Perşembe günü Fas seyahati dönüşünde İstanbul Atatürk hava Limanında yaptığı konuşmanın ertesi gününe denk gelmesi ise dikkat çekiciydi. Zira, Erdoğan konuşmasında Gezi Parkı eylemlerine şiddetle karşı çıkarak borsada spekülasyon yapıldığına vurgu yapmıştı. 

Havaalanında onbinlerce vatandaş tarafından karşılanan Erdoğan konuşmasında faiz lobisine adeta savaş açarak, 'Şimdi altını çiziyorum, faiz lobisine rağmen buralara geldik. Ve bu faiz lobisi şu anda borsada spekülasyonlara girmek suretiyle bizi tehdit edeceğini zannediyor. Şunu bir kere çok iyi bilmeleri lazım. Bu milletin alın terini biz onlara yedirtmeyeceğiz. Bir bankanın genel müdürü çıkıp da bu vandalizmi organize edenlerin yanında olduğunu söylüyorsa bunlar karşısında bizi bulacaktır.' demişti. Erdoğan'ın konuşma yaptığı gün, yüzde 4,5 kayıpla 79 bin 636 seviyesinden 75 bin 895 seviyesine düşen Borsa İstanbul 100 endeksi, ertesi gün, yani büyük miktarda hisselerin iki yabancı aracı kurum arasında el değiştirdiği gün yüzde 3,2 yükselerek 78 bin 332 puandan kapandı. Aynı gün Garanti bankası hisse fiyatı 8,52 seviyesinden 8,80'e yükseldi. Toplamda 34 milyar TL piyasa değerine sahip olan Garanti bankasının halka açık kısımda işlem gören hisse senetlerinin yüzde 52,57'si Citibank Yabancı takasında, yüzde 21,16'sı ise Deutsche Bank Yabancı takasında bulunurken iken Cuma günü sonunda bu oranlarda çarpıcı bir değişim meydana geldi. Citibank Yabancı'nın payı yüzde 52,57'den yüzde 44,80'e gerilerken, Deutsche Bank Yabancı'nın payı yüzde 21,16'dan yüzde 29,01'e yükseldi. 

 Cuma işlem günü sonunda Garanti bankasının 195 milyon adet hissesinin Citibank Yabancı takasından çıkıp Deutsche Bank yabancı takasına girdiği görüldü. Bu rakamın ne anlama geldiğini anlatmak için aynı gün diğer aracı kurumların yaptığı Garanti bankası işlemlerine bakılmalı. Aynı gün 22 aracı kurum arasında el değiştiren Garanti bankası hisse senetlerinin toplam miktarı 5.2 milyon adet iken sadece bu iki yabancı aracı kurum arasında el değiştiren 
hisse senedi miktarının 22 aracı kurumun yaptığı işlemden tam 37 kat daha fazla (195 milyon adet) olması ilgi çekiciydi. Cuma sabahı 8,52 seviyesinde olan Garanti bankası hisse fiyatının gün sonunda 8,80 seviyesine çıkarken 195 milyon adet hissenin değeri de bir milyar 661 milyon TL'den bir milyar 716 milyon TL'ye yükseldi. Deutsche Bank takasına geçen hisselerin sahipleri bu işlem sonucunda günü 55 milyon TL kar ile kapattı. 8 hissedeki değişim sonucu 187 milyon lira kâr oluştu. 

Deutsche Bank'ın 2001 ve 2008 da da buna benzer borsa hareketleriyle çok büyük miktarlarda kar etmişti. Alman Deutsche Bank’ın bu şekilde elde ettiği astronomik ve Türkiye’deki siyasi ve toplumsal çalkantılara paralel gerçekleşen kazançları ilk olarak Yeni Şafak Gazetesi’nin 2008'de yaptığı haberle ortaya çıkmıştı. Deutsche Bank Ekim 2008'de 

Türkiye'nin 90 milyar dolara ihtiyaç duyabileceğini açıklamış, ancak Yeni Şafak'ın haberleri sayesinde ekonomi çevreleri bu açıklamayı dikkate bile almamıştı. Sonraki süreçte Türkiye'nin böyle bir kaynağa ihtiyacı olmadığı ortaya çıkmıştı. 2008'deki haberlerde Deutsche Bank'ın gerçek yüzü de ortaya çıkarılmıştı. Haberde, '1994 ve 2001 krizlerinde Türkiye'deki krizi tetiklemekle suçlanan Deutsche Bank, 2001 yılının Ağustos ayında 'Türkiye'de önümüzdeki 3 ay iç borçların ödenmesinde zorluklar yaşanacak ve hatta borçlar yeniden yapılandırılacak. Bu moratoryum veya konsolidasyon anlamına geliyor' tespitinde bulunmuş ve bunun ardından dövize hücum yaşanmıştı. 

Gezi parkı eylemleri sırasında benzer olayların olduğu artık gittikçe daha da netleşiyor. Citi Bank Yabancı'nın 5.8 milyar TL değerindeki satışlarının tamamına yakınının sadece Deutsche Bank Yabancı tarafından satın alındığı 7 Haziran günündeki alım-satımlar sadece Garanti Bankası hisseleri ile sınırlı kalmadı. Aynı gün, iki kurum arasında gerçekleşen büyük el değiştirme operasyonu, işlem derinlikleri itibariyle Borsa İstanbul'un öncü şirketleri arasında yeralan İş Bankası, Akbank, Sabancı Holding, Turkcell, Yapı Kredi Bankası, Halk Bank, Vakıf Bank ve Türk Hava Yolları'nın halka açık kısımındaki hisselerinde de yaşandı. Borsada alım satım yapan onlarca aracı kurumun kendi aralarında gerçekleştirdiği alım-satım operasyonlarının onlarca kat fazlasının sadece iki aracı kurum arasında yapılması, bu işlemlerin spekülasyon olup olmadığının sorgulanmasına yol açtı. İki yabancı aracı kurum takasında, bir gün içerisinde 8 hissede gerçekleşen 5.8 milyar lira değerindeki el değiştirme işlemlerinin spekülasyon ya da manipülasyon kapsamında olup olmadığına, yapılacak 
araştırmalar neticesinde Sermaye Piyasası Kurumu (SPK) karar verecek. 

Peki tüm bu olanlardan Başbakan Erdoğan habersiz mi? Yukarıda da değinildiği üzere Erdoğan her ne kadar spontane konuşmasıyla sivri dilli olmakla suçlansa da Gezi Parkı olaylarında tamamen doğrulanmış bilgilere dayanarak hareket ediyor. Aşağıda MİT tarafından hazırlanaran Erdoğan’a sunulan bir rapor yer alıyor. Raporun en ilginç tarafı Gezi parkı olaylarının göründüğünün aksine bir darbe teşebbüsü olarak kendini göstermesi ve bu bağlamda bazı isimlere dikkat çekmesi. Erdoğan’da zaten bütün açıklamalarını bu paradigma üzerinden yaparak olayları bu şekilde analiz ettiğini gösteriyordu. 

MİT’in hazırladığı raporda, Erdoğan’ın sürekli sözünü ettiği “uluslararası komplo”nun ipuçları olarak şu görüşler savunuluyordu: 

1. Erdoğan’a yönelik operasyon için aylar öncesinden istihbarat alınmıştı. 
2. “Komplo”nun uluslararası boyutunun anlaşılması bakımından CNN’in daha olaylar tırmanışa geçmeden çeşitli illerde canlı yayın araçları kiraladığı tespit edildi. 
3. Olaylar tırmanırken bir kısım yabancı sermayenin Türkiye’den çıkarak, bir ekonomik kaos yaratmak istediği belirlendi. 
4. “Turuncu Devrim” olarak tabir edilen ayaklanma biçiminin tüm unsurları kullanıldı. Bu nedenle eylemleri bir darbe olarak nitelendirmek gerekiyor. 
5. Türkiye’de benzer olaylarda her zaman başı çeken sermaye gruplarından bazıları, gerilimin tırmandırılmasında aktif rol oynadı. 
6. 28 Şubat’ta adı geçen sivil unsurların bu gerilimde de etkin bir rol oynadığı görüldü. 
7. Olayların ilk dört gününde bir algı yanılsaması yaşandı. Sonra niyet görüldü ve gereken önlemler alındı. 
8. Ankara’da ve İstanbul’da Başbakanlık binaları işgal edilmeye çalışıldı. Ankara’da Jandarma müdahale etmeseydi, isyancı unsurlar binayı ele geçirebilecekti. 
9. Olayların tırmandığı sırada koordineli olarak Türkiye’deki birçok hedefe siber saldırı düzenlendi. 

MİT’in sunduğu rapordan da anlaşıldığı üzere ortada planlı, çok kapsamlı ve her adımı detaylı olarak düşünülmüş bir ‘darbe’ projesi var. Peki böylesi bir projeyi hangi güç ya da hangi güçler yürütebilecek potansiyele sahip olabilirdi? Aşağıdaki bölümde bu soruya cevap aranacak. 

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR



***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder