3 Şubat 2017 Cuma

BEYİN FIRTINASI - KIBRIS'TA NEREYE GELDİK, BÖLÜM 2




 BEYİN FIRTINASI - KIBRIS'TA NEREYE GELDİK,  BÖLÜM 2




Dolayısıyla bu olguları dikkate alarak stratejilerimizi belirlememiz lazım ve temel hareket noktası Türkiye'nin olduğudur. Emete Hanıma bir noktada katılıyorum: Bizim oradan ses verilmesi lazım. Çünkü burada gittiğimiz her yerde "Ya siz Kıbrıslılar bunu istiyormuşsunuz; şunu yapmışınız, bunu yapmışsınız" diyorlar. Evet, biz orada ses vereceğiz, ama ses verirken de altyapısını iyi hazırlayacağız. Oradaki kötü bir ses, burada tamiri imkansız gelişmeleri de beraberinde getirebilecektir. Bu genel şeyden sonra birkaç noktayı daha şey edeceğim; yasayla ilgili birkaç konuya daha değinmek istiyorum:

Öncelikle ben şöyle bir süreci yaşadığımızı kabul ediyorum Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde: 4 aşamalı veya 4 tane birbirini takip eden, birbiri içine de giren bir süreç yaşadık biz Kıbrıs'ta.

Birincisi bizim -sizin sözünüzden dolayı ona atıf yapıyorum, çünkü katılıyorum size-çözülerek çözümün sağlanmasıdır. Bu çözümü başardılar, yaptılar. Birinci çözülmemizde bizi toplumsal olarak çözdüler. Annan Planıyla birlikte yaratılan yapı işte bu son karar çıktıktan sonra daha doğru dürüst açıklanmadan hemen televizyonların altyazılarında geçmeye başladı; haberi veremediler, alt yazılarında "Türkiye tazminata mahkum edilmedi, Rum şamar yedi. Zafer kazandık" diye. Aynı şey Annan Planıyla başladı ve öyle bir kısa zamanda süratle 3-4 gün içinde öyle bir duruma getirildik ki, sanki biz taraflardan biri olarak kendi içimizde bir Annan Planı hazırlamışız ve birimiz ötekiyle taraf olarak çatışmaya başladık. Halbuki üçüncü şahıslar bize planı hazırladı, sundu; kendileri çekildiler tribünden maç seyreder gibi bizi izlemeye başladılar. Biz kendi aramızda taraf olduk ve çatışmaya başladık. İşte bu taraf olma şeyinde bir kere bizim ortak düşünme, ortak karar alma, ortak çıkarlar üzerinde birlikte hareket etmek, yani ortak hareket etme yeteneklerimizi kaybettik ve birbirimiz arasında ikiye bölündük. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde bu böyle olurken Türkiye'de de bu böyle oldu. Nitekim Rum liderlerinin ve Yunanistan'da Simitis'in yanılmıyorsam -şu anda isimler olarak hatırlayamam- dedikleri şu vardır: "Biz Kıbrıs konusunda Türkiye aynasını çatlattık. Bütün mesele bu aynanın ne zaman kırılacağıdır. Bu noktaya getirdik" diyorlar. Dolayısıyla cumhurbaşkanına karşı olmak, statükocular, statükoya karşı olanlar, barış, barışa karşı olanlar, Annan'cılar, Annan'a karşı olanlar, vesaire şeklindeki ayrımlarla bunu ben kısacası toplumsal bir çözülme olarak görüyorum. Çünkü bugüne kadar karşımızdaki unsurlar tarafından başarılamamış olan bir şey başarıldı. Görüldü ki küçücük bir toplum, kendi iç dinamikleriyle, anavatanından aldığı destek ve katkılarla korkunç bir direnişle meseleyi almış; cemaat yönetiminden bir devlete kadar getirmiş, sınırları bağlı bir devlet kazanmış. Adaydan çıkmış olan Türkiye, egemenliğinin bütün haklarını devretmiş olan Türkiye konjonktürü de iyi kullanmak suretiyle -döneminde 54 yıllarında- Lozan Anlaşmasının birkaç maddesine dayanmak suretiyle adaya yeniden gelmiş ve üstelik adanın kendi himayesinin altına giren garantörlüğüyle birlikte Türkleri orada eşit, ortak konumuna getiren bir yapıyı yaşatmış. Bunun temelinde yatan neydi? Kıbrıs'taki halkın birliği, beraberliğiydi; anavatana bağlılığıydı ve Türk Halkının Kıbrıs sevgisi ve Kıbrıs Türküne karşı olan ulusal değerler açısındaki sahiplenmişliğiydi. Bunu bize böldüler ve bunun bölünmesini ben toplumsal çözünme olarak görüyorum. Maalesef bundan sonraki aşama burada yaptığımız tartışmalarda da ortaya koyduğum gibi sınırların açılması, bizim yaptığımız en önemli stratejik hatalardan biriydi. Annan Planının kabulünden de daha önemli olarak bana göre stratejik bir hataydı sınırların açılması. Ben buna da vatandaşlık bağıyla çözülme diyorum. Bizi vatandaşlık bağıyla çözdüler. Çünkü o dönemde Amerika'dan gelen bazı kişilerin burada sözlü düşünce kuruluşları çerçevesinde yaptıkları ve başta Sayın Talat'la Sayın Serdar'a empoze ettikleri veya şırınga ettikleri yaklaşımlardan biri: "işte mitingler oluyor, cumhurbaşkanı taşlanıyor; cumhurbaşkanı tedaviden dönmesin, Ankara'da kalsın, istemeyiz, adadan ayrılsın, istifa etsin" gibi çeşitli eylemler ve mitinglerle birlikte, sözde halkın tansiyonu o kadar çok yükselmiş ki, eğer bu tansiyon düşürülmezse sınırları delecek ve karşı tarafa geçecek. Karşı tarafa geçerken polis gücümüz buna cevap verebilecek bir örgütlenme ve organizasyonda değil. Türk Askeri mecburen sınırları korumak durumunda olacağı için halkla çatışacak ve Türk Askeri adada tamamen işgalci konumunu düşürülecek, vesaire. Dolayısıyla "aman sınırları açalım, tansiyon düşsün; patlamadan basıncını alalım. Rumlar gelsin bizi görsünler; özgür yaşıyoruz ve işgal altında değiliz. Bizim halkımız gitsin Rum tarafını görsün, bizden çok farklı değillerdir" gibi gerekçelerle bunların her birinin altı doldurulacak iyi niyetli görüntülerle birlikte desteklenen gerekçelerle sınırları açtık biz. Sınırları açtığımız günlerde hemen Rum tarafı "ekonomik ve sosyal önlemler" adı altında bir paket açıkladı. Türklere kimlik versin, pasaport versin, sosyal güvenlik menfaatlerini sağlasın, sağlık menfaatlerini sağlasın, vesaire. Ondan sonra Simitis'ten bir açıklama: "Sınırların açılması bizim iki aşamalı planımızın ikinci aşamasıydı" diye bunu da açıklıyorlar. Dolayısıyla biz Rum tarafına gidip -3 kuruşluk sağlık hizmeti gibi- bireysel çıkarları öne çıkararak insanları pasaportla birlikte, diğer haklarla birtakım imkanlar yaratmak suretiyle 55-60 binin üzerinden Kıbrıs Türkü Rum Cumhuriyeti vatandaşı oldu, kimlik aldı; nüfus cüzdanıaldı ve vatandaş oldu kısacası. Vatandaşın üzerinde çeşitli yollarla egemenlik sağladı. Hatta öyle bir egemenlik sağladı ki bizim aklı evellerİstanbul'a Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti pasaportuyla geldiler. Havaalanından çıkarken Kıbrıs pasaportunu vererek uçağa binip Avrupa'ya gittiler. Bunlar zamanında uyarılmıştı, dikkate alınmadı. 1 ay uygulamadan sonra özellikle de benim girişimlerimle "gelinen pasaportla çıkılır" kararı alındı. Dolayısıyla bizi vatandaşlık bağı itibariyle de çözdüler.

Üçüncü çözülme, siyasal çözülme oldu. Her şeye "evet" diyebilecek bir siyasi iktidar kuruldu Kıbrıs'ta. Cumhurbaşkanıyla birlikte bütün yapı değiştirildi ve ben buna siyasal çözülme diyorum.

Dördüncü çözülme ekonomik çözülmedik. Tasfiyeyi de beraberinde getirecek ekonomik çözülme, onun aracı ek protokoldür. Çünkü ek protokol hemen tartışmaları bir kenara bırakıp tanıma anlamına gelir miydi, gelmez miydi tartışmalarına hukuksal yorumları bir kenara bırakıp somuta baktığımız zaman birinci maddesiyle Ankara Anlaşmasının Türkiye'yle Güney Kıbrıs Rum yönetiminin Kıbrıs Cumhuriyeti olarak, Avrupa Birliğinin tanıdığı Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanımladığı çerçeveyle, tanımladığı niteliğiyle Kıbrıs Cumhuriyeti olarak ortak olmuş oluyor. Bunun hiç yoruma, tartışmaya açık kısmı yok; birinci madde açıktır.

İkinci maddede ticari, ekonomik ilişkilerin sürekli geliştirileceğinden söz ediyor ve ikinci maddenin gene ikinci fıkrasında Gümrük Birliğinden söz ediliyor. Gümrük Birliği kurulacak ve onun için de önlem alınacak. Peki Gümrük Birliği nedir? Gümrük Birliği ekonomik bütünleşmedir, ekonomik entegrasyondur. Yani Türkiye'yle Güney Kıbrıs Rum yönetimi ekonomik entegrasyona gidiyor. Bunun ekonomik fiile etkileri, kutuplaşmaya etkisi nedeniyle kaynakların güneye kayması yanında, menşe şahadetnameleri, gümrük işlemlerindetek otoritenin, Güney Rum yönetiminin otoritesinin olduğunun kabul edilmesi vesaireleri dikkate aldığımızda bizim artık Kıbrıs'ta işadamını, iş yapacak insanları tutmak -bir de fiilen uygulamaya konduktan sonra- mümkün değil. Bunun doğal sonucu, zaten bu ekonomik çözülmenin doğal sonucu Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini tavsiye süreciyle birlikte paralel veyahut hemen sonrasında mülkiyet ve toprak çözülmesini zaten getirecek olan bir sonuçtur. Çünkü ekonomik olarak değeri olmayan bir bölgede, her türlüfizibilitesini kaybetmiş olan bir alanda toprağın veya mülkiyetin bir değer ifade etmesi bireysel çıkarların dışında hiçbir anlamı olmayacaktır. Kişiler de bireysel olarak bunun gereğini yerine getireceklerdir. İşte bu yasa, son gündeme gelen yasa bunu hızlandıran; daha doğrusu toprak, mülkiyet, mal mülk düzenindeki çözülmeyi hızlandıran yeni bir unsur olarak girmiştir. Yani ek protokolün bir süreç içinde yaratacağı sonucun beklenmesinden de daha önce bir sonucu yaratacak bir durumu bize getirmiştir. Bu noktada o şeye baktığımız zaman az önce Paşam dedi ki: "Gerekçe olarak gösterirler; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararını, etkilerini ortadan kaldırmak, bir iç hukuk yolu yaratmaya çalışmak ve zaman kazanmak." Evet, doğru zaman kazanmak. Arestis Davasıyla da ilgili ortamı kullanmak, vesaire. Ama bana göre bu hafif olan bir gerekçedir. Zaman işte çokça 3 sene kazanabiliriz.


…- Sonra; Yani bir "B Planı" var mı hükümetin?


AHMET ZEKİ BULUNÇ- Zaman üzerinde durmuyorum ben. Yani "gerekçe olarak bunu gösteriyorlar" diyorum. 3 sene olur, 5 sene olur önemli değil. B Planı şu efendim: Kıbrıs'ta nereye gitseler, nereye gelseler 2006-2007 arasında Avrupa Birliği süreci nedeniyle bir sonuca gelecektir. Yani adı çözüm olan bir sonucu yaratacaklardır ve o sonucun parçası olarak da meseleyi çözmüş olacaklardır. Bunun için zaman kazanma en azından, ama işte benim söyleyeceğim nokta buydu. İşte bu görünürdeki gerekçe ortadayken bana göre bu yasanın gündeme getirilmesinin en önemli gerekçesi Müzakere Çerçeve Belgesindedir. Müzakere Çerçeve Belgesi bu yasanın adresidir. Çünkü Müzakere Çerçeve Belgesinde ve katılım ortaklığı belgesinde 6 ncı madde özellikle performans kriteri olarak konmuş olan koşulları düzenlemektedir. Bu koşullardan bir tanesi de Kıbrıs meselesinin Avrupa Birliği kuruluş ilkelerine uygun olarak çözülmesidir.

Şimdi "Avrupa Birliğinin kuruluş ilkeleri nelerdir?" diye baktığımızda şunları görüyoruz: Serbest dolaşım, serbest yerleşim, serbest mülk edinme, mülkiyet haklarının özel mülkiyet düzeyinde sınırsız kullanılması. Bizim bağlamımızdaki öze adı bütün göçmenlerin mal ve mülklerine geri dönmesi. Şimdi Erdoğan Hükümeti, gerek 17 Aralık Zirve Kararlarını kabul ederken, gerek Müzakere Çerçeve Belgesini kabul ederken ve gerekse Katılım Ortaklığı Belgesini de kabullenirken ek protokolde bunların parçası olarak altında yatan tek nedeni var bana göre; çeşitli nedenler var da en önemlisi bence üzerinde durulması gereken Avrupa Birliğiyle bu hükümetin ilişkilerinin sürdürülebilir olduğunu ve sürdürüldüğünü ortaya koymaktır. Çünkü Avrupa Birliğiyle ilişkilerin sürdürülebilir olmaktan çıkması veya kopması bu hükümeti hem siyasal platformlarda hem de ekonomik platformlarda çok zor koşullar karşısında bırakacak gelişmeleri getirebilir. Artı, kendilerince çizdikleri stratejide -şimdi adını da daha yumuşak şekilde belirttikleri gibi "Ilımlı İslam stratejisinde- bunun yolunu tıkayacak olan özellikle Türk Silahlı Kuvvetlerinin etkiliğini ortadan kaldırmak. Onun için AKP, Avrupa Birliğiyle ilişkilerinin sürdürülebilirliğini sağlamak, korumak ve geliştirmek zorundadır. Halbuki önümüz 2006; müzakere tarama süreci başladı, ama müzakereler başlamadı. Bu tarama sürecini en çok 1 sene daha sürdürebilecek. 2007'de müzakerelerin başlaması lazım. Kaldı ki belki de ikinci yarısında, 2006'nın Nisan'ından sonra müzakere süreci de başlayabilir. O zaman Türkiye'yi bekleyen çok ciddi bir kriz var, ek protokol krizi. Dolayısıyla bunun da önünü kesebilmek açısından ve doğabilecek krizlerin önleyebilmek, bu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarının da etkisini hafifletebilmek için böyle bir açılımı yapmak gereği vardır. Bugünden o günün koşullarının zeminini hazırlamaya çalışıyorlar. Bence önemli gerekçelerden veya üzerinde önemle durmamız gereken gerekçelerden biri budur. Bunu da dikkate alarak ayrıca nasıl bir mücadele yürütebiliriz olayı gündeme gelecek.

Şimdi başka bir olgu var.


MUSTAFA KÜÇÜKÇAKIR- Ona geçmeden önce zaman kazanmakla ilgili ben konuşulanlardan şunu anlıyorum: Hükümet, seçimlere kadar zaman kazan…


AHMET ZEKİ BULUNÇ- "Ne zamana kadar?" konusu önemli.


MUSTAFA KÜÇÜKÇAKIR- Bana göre cevabı seçim.

…-Doğru, yani spesifik olarak…


AHMET ZEKİ BULUNÇ- Yani seçimler öncesi kendisine oy kaybettirecek bir gelişme göstermek istemiyor. Bu bir iç siyaset meselesi.

…- Spesifik olarak, yani özel olarak Türkiye açısından baktığımızda o doğrudur. Çünkü Türkiye…


ARMAĞAN KULOĞLU- Süreci sürdürebilmek için zaman kazanmak.


MUSTAFA KÜÇÜKÇAKIR- Müzakereleri başlatmak için hükümetin doğru dürüst bir niyeti de yok, gayreti de yok dikkat ederseniz.


AHMET ZEKİ BULUNÇ- Seçimlerden sonra olacak efendim. Bütün mesele seçimlerle ilgili. Orada yüzde yüz katılıyorum size. Ben biraz dış politika boyutuyla baktım, iç politikaya girmedim, ama orada yüzde yüz katılıyorum. Zaten şu anda hükümetin de kararı var ve ek protokolü meclisegetirmiyor, askıya aldı bir süre. Sebebi, seçimlerden önce ne ek protokolü getirerek yıpranmak istiyor, ne müzakere sürecini resmen başlatarak orada artık halka acı reçete olarak dönebilecek olan unsurları önceliğe almak istiyor. Bunları bitirecek; "4 sene daha kazanabilir miyim?" diye. Ben erken seçimi bekliyorum şahsen. Dolayısıyla öyle; yani o yönde haklısınız.


ARMAĞAN KULOĞLU- Hükümetin Avrupa Birliğiyle olan süreci devam ettirebilmek için bu yola başvurduğunu söylemiştiniz.


MUSTAFA KÜÇÜKÇAKIR-Basında bu son karar çok olumlu yansıtılıyor; özellikle güdümlü basın tarafından.


AHMET ZEKİ BULUNÇ- Şimdi onun da iki boyutu var: Birincisi bizim Kıbrıs'takileri haklı gösterecekler. "Bak işte biz bunu aldık, ne kadar haklıydık bu kararı almakta ve Türkiye'yi bir yükten kurtardık; bizi de tanır pozisyona getirdik." Onun için az önce Emete Hanımın belirttiği gerek Anayasa Mahkemesi süreci, gerek protestolar süreci, gerekse bundan sonra tüzük hazırlanması -tüzüğün hazırlanması lazım; çünkü yasayla olmuyor bu. Bir tüzük hazırlanacak, komisyon kurulacak. Bunların da artı zeminini hazırlamak içindir bu yasa. Burada da Türkiye Hükümetinin olumlu bir politika izlediğinin görüntülerini verecekler. Yani eski taktikler aynen devam ediyor. Dolayısıyla gelinen süreçte bugün Kıbrıs Meselesinin bütün bu boyutlarını dikkate aldığınızda şu çıkıyor ki, Türk Halkı Kıbrıs konusunda açık tavizin verildiğini ortaya koyacak ve Kıbrıs'ın kaybedildiğini açıkça ortada gösterecek olan bir anlaşmaya imza atamayacak bir iktidar vardır. Kimse atamıyor bu imzayı. Peki bunun çözümü nedir? Bunun çözümü, az önce söylediğimiz çözülmelerin içinde siyasal iktidarların değiştirilerek meselenin bizim tarafımızdan halledilmiş konumuna getirilerek buradaki iktidar kurtarılması amaçlarının sonuçları gelecektir. Yani fiilen çözülmüş olan, ama anlaşma veya benzeri bir metnin imzalanmasının artık halkın kanıksadığı, kabullenildiği, tansiyonun düştüğü ve doğal bir sonuç olmuş olanın teyidi anlamında veyahut bilinenin ilanı anlamında bir yaklaşımı da gündeme getirecekler diye düşünüyorum. Onun için zamana yayıyorlar her şeyi. Bu illa bir zaman kazanmasıyla ilgili değil, yaklaşımlarıyla ilgili olan bir zamana yayarak bu işi bitirmeye çalışacaklar. Nitekim, ben kendimden de hakikatten onu görüyorum.

Basit bir örnek vereyim: 17 Aralık 2004'le ilgili süreci şey ederken deli oluyorduk "her kaynağı araştıralım, ne oluyor bakalım" diye. Bu 2003 sürecine gelirken 2003 Müzakere Çerçeve Belgesi, 9 Kasım İlerleme Raporu, Katılım Ortaklığı Belgesi gibi belgelerin kaynaklarına ve çeşitli değerlendirmelere yönelik ilgim benim şahsen bir öncekine göre zayıfladı. Aynı motivasyon içinde, aynı hareketlilik içinde değildim. Bu yasa, karar çıktı ve buna daha da duyarsız olmaya başladık kararla ilgili olarak.


ARMAĞAN KULOĞLU- Alıştırıyor.


AHMET ZEKİ BULUNÇ- Alıştırıyorlar. Bu psikolojiktir. Çünkü bilinen şeylerin tekrarları oluyor ve insan bilinen şeyleri bir daha bir daha görmek istemiyor. Çünkü biliyor. Şimdi halk da çıkıyor bir tansiyon tansiyon; bir şeyler ortaya konuyor. Yavaş yavaş sönüyor sönüyor ve en sonunda kabullenilmiş bir durumu yaratmaya çalışıyorlar. Benim psikolojik harekat uzmanlığım yok, ama psikolojik harekatta bunlar çok iyi kullanılan yöntemlerdir. Dolayısıyla gelinen süreçte şimdi bundan sonra olacak olan nedir?

Talat önce çıktı "Türkiye istiyor" dedi. Sonra çıktı kahramanca "Türkiye bize hiç karışmadı, biz istedik bunu" dedi. Oradaki bizim 4 tane milletvekilimiz kahraman oldu, bağırdılar. Çağrıldılar buraya, bir fırça yediler ve "gidin" dediler. Gittiler, sesleri kesildi. Hatta daha da açık tehditler yapıldı. Dolayısıyla bunlar kamuoyuna yansıtılıyor ve tartışılmadan da yansıtılıyor; fısıltı gazeteleriyle yansıtılıyor. Mesela şimdi son günlerin gelişmesi Arestis Davasında kadın evine dönecek, dönmek istiyor. Verdiği karar o ve "gerekli tedbirini al" diyor. 3 ay süre verdi ve artı bir 3 ay daha vardır; 6 ay demektir o. Şimdi baskılarla çıkarttıkları son yasada askeri bölgeler verilemeyecek; Maraş askeri bölge. Arestis nasıl geri dönecek? Arestis geri dönemeyecek ve onun yolu açılmaya çalışılıyor. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin yönetiminde Rumların eski yerlerine dönmesinin kapısı açılıyor. Rum bunu kabul eder veya etmez ayrı mesele, ama böyle bir yol açılıyor.

Şimdi mücadelenin bir başka boyutu buraya taşınacak gibi görünüyor. İşte "bunlarda ne yapabiliriz?" diye düşünmemiz lazım. Bir kere 2 tane açmazı var bugünkü iktidarın: Birinci açmaz tabii ki hukuksal açmazlardır iç hukuk açısından.ikinci açmaz, vakıf mallarının Türk Halkının kabul edilemeyeceği şekilde iadesi, geriye verilmesi gibi bir durumla karşılaşılıyor. Bu bizim Gazi Magosa kaza mahkemesinin, yani ilçe mahkemesinin aldığı karar bu açıdan sanırım son derece üzerinde önemle durulması gereken ve derhal-çözümlere de bir noktada atıf yapmış gibi oluyoruz- ciddi hukukçulardan oluşan bir akademik ve pratik hukukçu kadrolarıyla hem hukuk teorisi açısından hem pratik hukuksal haklar açısından ve devletler hususi hukuki açısından konunun süratle incelenerek burada hükümetin icraatlarıyla ilgili vakıf mallarına yönelik olarak "ne yapılabilir?" diye görmek lazım. Çünkü bu vakıf malları "mülhak vakıf" dediğimiz mallardır. Mülhak vakıflar hiçbir şekilde ne el değiştirebilir, ne devredilebilir, ne satılabilir, ne elden çıkartılabilir hiçbir şekilde. Uluslararası hukukta da böyledir. Mesela diyelim ki Girit'i bıraktık, ayrıldık. Girit'te Türk vakıflarının malları varsa onların mülkiyeti gene o Türk vakıflarının olacak. Yani vakıf neyse mülkiyet onundur. Egemenlik, otorite olarak … mesela. Şimdi bunların getirdikleri şeyler boyutunda ruha teslim vardır. Dolayısıyla İngiliz'in zamanında bütün yasaları, bütün kurallar çiğneyerek el altından değiştirdiği tapuların esas sahiplerine dönüşü var şimdi. "Mülkiyet hakkı ortadan kalkmıyor" diyor ama Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, tamam kardeşim Rum için kalkmıyorsa benim için de kalkmıyordur. Benim mülkiyetimde olan malı verdin zaten sen ona. Ege'deki egemenliği tartışmalı, adalar konusunu uluslararası hukuk bağlamında. Şimdi de iç hukuk bağlamındamülkiyeti tartışmalı; toprak konusu geliyor. Dolayısıyla bunları da bizim öne çıkarmamız gerekir diye düşünüyorum ve Tayyip Erdoğan Hükümetini vakıf mallarını Rum'a peşkeş çekiyor olayını güçlü bir şekilde yaratmamız lazım. Bunun için de hem şu anda Kıbrıs'ta yayınlanan yayınlara bakmak lazım hem de sanırım özel olarak bu amaçla oluşturulacak bir ekibin yerinde gidip gerekli incelemeleri, belgelere girmesi lazım diye düşünüyorum. Çünkü sanırım önümüzde şu anda son derece önemli bir mücadele olanağını verecek bir alanı yaratacaktır. 3-5 gündür çıkıyor efendim Volkan Gazetesinde. Keşke imkan olsa da…


MUSTAFA KÜÇÜKÇAKIR- Vakıf mallarının verilecek miktarının tespiti var mı?


AHMET ZEKİ BULUNÇ- Karşılama derken güneyde, kuzeyde kalan mallarla ilgili ben şu andaişin o noktasında değiliz. Çünkü biz o noktayı kaybettik. Yani takas olayını kaybettik ve iadeyi kabul ettik. Üstelik ilk kez manevi tazminatın yanında taşınmaz mal tazminini de getirdik.

İkinci önemli mücadele alanı sanırım Avrupa Birliği İnsan Hakları Mahkemesine yönelik olması lazım. Çünkü nasıl ki Avrupa Birliği sözde Kıbrıs Sorununu çözecek gerekçesiyle Kıbrıs'ı üye yaparak çözümlenmeden ve yapmak suretiyle bugünkü açmazı ve çözümsüzlüğü kendi eliyle getirmişse; çözülmüş olan bir meseleyi çözümsüz hale getirmiştir. Kıbrıs, iki devletin … çözülmüştü; kalan şeyi anlaşmanın yapılmasıydı, ama diğer devletler hukuku açısından meşruiyeti sağlanmış,çözülmüş bir yapı vardı. Avrupa Birliği bu yapıyı bozdu, çözümsüzlüğü getirdi. Şimdi bunları da kullanmak suretiyle Avrupa İnsan HaklarıMahkemesi politik bir karar alarak bunu hukuksal zorlamalara dönüştürmek suretiyle getirmeye çalıştığı yapıda bir kere mülkiyet meselesini çözülmez duruma getirdi. İkincisi Türkiye'yi ödeyemeyeceği bir tazminat sürecinin içine yönlendirdi. Yani Türkiye bunu ödeyemezse ne olacak? Skandal durumunun ötesine de taşan rezillikleri olacak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin. Artı, Kıbrıs'ta şu anda bir kaosu da başlatıyor. Yani isteseler de istemeseler de kaosu başlatacak. Çünkü halkın kendi içinde sürtüşmeleri başlayacak. Dolayısıyla bütün bunların yaratılacağı olumsuz meseleleri, bütün detaylarıyla bir çalışmayla ortaya koymak lazım. Hukuksal açıdan nasıl çıkar, siyasal açıdan ne sonuçlar çıkar; sosyal ve ekonomik açılardan, Türkiye'nin açmazları açısından ne gibi sonuçları çıkacağının hepsinin ortaya konulup Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yönelik bir kampanya veya bir mücadeleyi başlatmak lazım. Nasıl ki burada kamuoyuna yönelik birtakım gelişmeleri basın ne kadar yansıtırsa alıp basının haberlerini tercüme edip de ilgili birimlere gönderirler v ona göre politikalarını değerlendirip gelişmeleri analiz ederlerse, burada da aynı yapıyı kuracak bir süreci başlatmamız gerekir diye düşünüyorum.

Öteki yasanın maddeleriyle ilgili değerlendirme ve tartışmalara hakikatten ben bu aşamada çok anlamlı bulmuyorum. Çünkü benim için önemli olan yasanın getirdiği veya bu tür bir adım, bu yönde atılan adımın siyasal boyutta ve uluslararası alanda bize getirdiği olumsuzlukların tespitidir. Yani bu bizi gerçekten korkunç bir şekilde geriye düşürmüştür. Annan Planıyla zayıflattığımız bir noktayı tamamen kaldırmış oluyor. Çünkü Annan Planına kadar mülkiyet, kapsamlı bir çözümün parçasıydı ve globaldi. Annan Planıyla global sınırın biraz dışına taşılmıştır, ama bu yasayla tamamen ortadan kaldırıldı diye düşünüyorum.


ARMAĞAN KULOĞLU- Şimdi yalnız bir konu var: Tamam, düşüncelerinize tamamıyla katılırım ve katılmamak mümkün değil. Ancak ortada bir de gerçek var. Bu kanun, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Meclisi tarafından kabul edildi ve Türkiye'nin istekleri doğrultusunda kabul edildi. Yani ortada bir gerçek var ve şimdi ne yapılacak?


AHMET ZEKİ BULUNÇ- Çözüm olarak şu anda bana göre yapılabilecek; Emete Hanıma da sormak istiyorum. "Ben bireysel olarak yapmayı düşünüyorum" dedi.


EMETE GÖZÜGÜZELLİ- Bireysel olarak değil.


ARMAĞAN KULOĞLU- "Anayasa Mahkemesine müracaat edip bunu ortadan kaldırmaktır" dedi.


EMETE GÖZÜGÜZELLİ- Hükümet konusunda bir şey olmazsa, yani Ulusal Birlik Partisi bu konuyu götürmezse artık bireysel olarak bu konu…


AHMET ZEKİ BULUNÇ- Anladım ben sizin şeyinizi de. Yani Ulusal Birlik Partisinin Anayasa Mahkemesine gitmeme gibi bir eğilimi var mı? Benim bildiğim kadarıyla yoktur.


EMETE GÖZÜGÜZELLİ- Parti içerisinde en son bu konuda bazı kişiler bu konuda destek verdi, bu konuda bir hengame yaşandı ama…


AHMET ZEKİ BULUNÇ- Onlar şudur Emete Hanım. Partilerin içinde, herhangi bir partide, siyasal yapılarda, hükümetin içinde de bir bakan, bir milletvekili, bir siyasi yönetici farklı düşünebilir.


EMETE GÖZÜGÜZELLİ- Zaten olası bir durumda eğer böyle bir şey söz konusu olmazsa biz gereğini yaparız diye ben o konuda öyle bir şey söyledim.


AHMET ZEKİ BULUNÇ- Sormak isterken, öyle ciddi bir duyum mu var, böyle bir ihtimal mi var? Varsa haberim olsun. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesine mutlak surette gidilecek, ama başka bir handikap var ortada, bir sorunumuz var açıkçası. Bugün Anayasa Mahkemesi Başkanı kim? İngiltere'de yetişmiş, sir'lerin devamı olan bir insan. Artı, Anayasa Mahkemesinin Başkanının oğlu bu yasayı hazırlayan kişiymiş. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin ne konuda nasıl karar vereceği de koşulludur. Onun için belki şunlar olabilir: Biraz o tansiyon da azaltıldı, eşdeğercilerin hakkı korundu … yeni değişiklikle. Kamu yararına ayrılmış olan araziler verilmeyecek denildi, onun potansiyeli kırıldı. "Askeri bölgeler verilmeyecek" denilerek askerin bir miktar potansiyeli kırıldı. Şimdi kala kala gayrı nizamlar kaldı, sesini duyuramayacak kişiler. Bu potansiyel içinde ne yapılabilir ve bir de bunun Arestis Davasının zaferi ilan edildi. O büyük zafer olduğu için de şimdi şey çıkıyor karşımıza: Bunun hangi platformda nasıl mücadelesi verilecek?

…- Çözümü söylemediniz çünkü.


AHMET ZEKİ BULUNÇ- Çözüm söyledim işte: Anayasa Mahkemesine başvurulacak. Anayasa Mahkemesinin açmazları da bunlardır. Bu açmazlara karşı ne yapılabilecek? Bu açmazlara karşı da ciddi bir hukuk mücadelesini buradaki uzmanların yol göstericiliğinde oradaki bizim hukukçularımıza yönlendirmeliyiz. Çünkü bizde kanun açısından hukuk daha çok işliyor. Yani hukuk teorisi kanun olarak şey ediyor. Dolayısıyla bazı zayıf noktalarımız da var. İşte bizimAnayasa Mahkememiz oturdu, Annan Planının Anayasaya aykırı olmadığını ve referanduma sunulabileceğine oy birliğiyle karar verdi. Bizim Anayasa Mahkememiz de böyle. Dolayısıyla şimdi bunu aşabilmek lazım. Mesela eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Taner Erginer benim yakın bir dostumdur, arkadaşımdır.


ARMAĞAN KULOĞLU- Kaç kişi var Anayasa Mahkemesinde oy verecek olan?

…-5 kişi galiba.


ARMAĞAN KULOĞLU- Şu anda bunlara bakmak lazım o zaman. 5 kişinin bireysel olarak durumuna bakmak lazım. Bireysel olarak ne tarafa doğru meylediyorlar?


AHMET ZEKİ BULUNÇ- Hukuksal olarak bunlara baskı kurmak lazım. Buradaki hükümetin, oradaki büyükelçilik aracılığıyla…

…- O olmaz…


EMETE GÖZÜGÜZELLİ- Ben şimdi şöyle düşünüyorum. Bu hükümete baktığımız zaman diyoruz ki: "Bu hükümetin değişmesi lazım; Kıbrıs'taki hiçbir çalışma orada etki uyandırmaz." Ben buna katılmıyorum. Buradaki hükümetin şu anki gidiş noktasında Tayyip cumhurbaşkanlığına oynuyor.


AHMET ZEKİ BULUNÇ- Buradaki hükümeti demiyorum ben Emete Hanı, bir şeyi karıştırmayın. "Türkiye belirleyicidir" diyorum. Bugün hükümet öndedir, başkasıbaşka gün öndedir. Bugün çıksın Türk Silahlı Kuvvetleri bir durum tespiti yapsın, bir pozisyon tespit etsin; bakın bakalım Kıbrıs nasıl değişiyor. Hükümet ister değişsin, ister değişmesin.

Bize gelince, bizdekiler değişemez meselesi değil. Etki olabilir tabii, ama olayın boyutunu 180 derece geriye getirme meselesi. Bir kere muhalefet kesimleri örgütlü değil ve kitle toplayamaz. En büyük parti olarak ana muhalefet partisi kendi içinde aday çıkaramayan, sorunları içinde boğuşan bir yapıda. Diğer yandan CTP örgütlü olarak, diğer muhalefet kesimleri örgütlü olarak hazır; bir hareketiyle meydanlara insan toplanıyor. Yarın siz yapın mitingi, göreceksiniz eğer karşı bir miting olursa 2 misli fazla bir etkinlikle başka bir miting yapacaklar. Dolayısıyla birtakım şeyler yapılmasın demiyorum; bunlar çok güzel netice alınacak sonuçlar değildir diye düşünüyorum.


EMETE GÖZÜGÜZELLİ- Ama, şöyle düşünürüm Sayın Elçim. Yani bugün Kıbrıs konusunda baktığımızdaki Kıbrıs'taki siyasi … zaten bu durumdan rahatsız. Demir sıcakken dövülür. Şimdi uzadıktan sonra halk sessiz ve kabullenecek o zaman halk. Halkı bir şekilde alttan fitillemezsek, bu ateşe kömür atmazsak, çalışmazsak…


KENAN KIRKPINAR- 300-500 kişiyle orada ortada kalsanız ne olacak?


EMETE GÖZÜGÜZELLİ- Ben bir şey söyleyeyim mi? 300-500 kişi olacağını zannetmiyorum, daha fazla bir katılım olacağına inanıyorum ben.


AHMET ZEKİ BULUNÇ- Ben size bir şey söyleyeyim efendim: Bana eleştirisi geldi bunun Kıbrıs'tan; yani rahatsız olan kesimler var. Bizim gibi düşünen insanlar spontane hareketler yapılıyor diye, rahatsızlık duyduğu düşünenler var da, ben onun üzerinde durmuyorum. Kimdir bunlar, kim düzenliyor şimdi bunu?


EMETE GÖZÜGÜZELLİ- Bu mitingde Vural Türkmen'le görüştüm ve onlar Mücahitler Derneği olarak bu konuda öne çıkacaklar.


AHMET ZEKİ BULUNÇ- Öne çıkacaklar da organizeyi yapan kimlerdir; hangi örgütlerdir, hangi derneklerdir?


EMETE GÖZÜGÜZELLİ- İşte bizim Mücahitler Derneği diğer örgütlerle onlar şey. Bazı başka yerlerle konuştum. Bana dedi ki: "50 milyar civarında bilmem ne para isteriz." Benim kızdığım şudur Sayın Elçim: Bakın ben bir Kıbrıs Türk genci olarak şuradaki isyanın ve çırpınışım. Benim devletim elden gidiyor. Benim bugün vatanıma baktığım zaman muhalefetten bekliyoruz bir şey, herkes dağınık dağınık. Birçok insan bugüne kadar birçok şey yapmaya çalışmıştır ve kendi bünyesinde de yapmıştır, ama şu anki konjonktürde ben bu halk ses çıkarmazsa hiçbir şey olmaz diye inanıyorum. Çünkü kabul edecek. Resmen Girit olacağımızın bir yasası çıktı. Bu konuda biz halk olarak ciddi anlamda çalışmazsak, bu konuya dava koyan, gönlünü koyan genç arkadaş ya da diğer insanlar; herkes düşünüyor bir şekilde çalışsın.


AHMET ZEKİ BULUNÇ- Ben sizinle zaten bundan 2 hafta, 10 gün önce karşılaştığımda "organize hareketlerini Kıbrıs'ta yapınız" dedim. Aynı düşüncedeyim. Yani burada farklı bir düşünce içinde değilim. Ben durumun gerçeklerini tespit edip ona göre sağlıklı hareket etmek gerektiğini söylüyorum. Birileri bana bir ara dedi ki: "Bu .. gelsin gündeme ben 100 bin kişiyi Kıbrıs'a götürürüm" dedi. "Nereye 100 bin kişi götüreceksiniz, neyle götürüyorsun 100 bin kişiyi? Hem sonra 100 bin kişiyi niye götürüyorsun oradaki halkın karşısına. Eğer varsa gücünüz 100 bin kişiyi götürün Hürriyet Gazetesinin önüne, kara çelenk koyunuz, miting yapınız" dedik. Nereye 100 bin kişi ya? Biz burada miting yaptık Sıhhiye Meydanına 5 kişiyle geldi ellerinde bayrakları. Geldi en önde yürüyerek gezdiler. 100 bin kişi getirecek olan 5 kişiyle geldi Sıhhiye'deki mitinge.


EMETE GÖZÜGÜZELLİ- Rahatsız olanlar da olacak Sayın Elçim. Çok özür diliyorum, ama bu konuda elbirliğiyle bir şekilde bizim sesimizi çıkarmamız lazım; siz de bunu söylüyorsunuz. Bakın bu işte para söz konusu değil. Konuştuğum para değil, ama bu işin öncülüğünü geçen bu derneklerden bazıları benden para istediler ya. Çünkü parayla hareket etmeye alışmışlar. Esas gönüllerini koyan insanlar çıkacak. Bakın demir sıcakken dövülür; bunu dikkate alalım.


AHMET ZEKİ BULUNÇ- Ben bu tür konuları tartışmamam, tartışılacak bir şey değil. Çünkü bir kere bir mitingin hazırlanabilmesi için çok ciddi bir organizasyon lazım. Para dediğiniz olay şudur: Köylerden insanların taşınmasıdır. Taşınmayan insan gelmez. Büyük partiler kendi mitinglerine bile adam taşımadıkları zaman mitinglere gelinmez. Bunlar halkın duyarsızlığı vesairesinden dolayı değil, bunlar gerçeklerdir. Bunlara göre bir organizasyon yapılmalı.


ARMAĞAN KULOĞLU- Organizasyonun iyi olması lazımdır.


EMETE GÖZÜGÜZELLİ- İşte pazartesi gidiyoruz, bu konuda konuştuk zaten ve gereğini yapacağız ciddi anlamda.


AHMET ZEKİ BULUNÇ- Dolayısıyla başarısız bir miting tam tersi etki yaratır.


ARMAĞAN KULOĞLU- Mümkün olduğu kadar çok adam toplamak lazım.


AHMET ZEKİ BULUNÇ- Bakınız "demir tavındayken dövülür" dedik. Demir soğudu aslında şimdi, tavında değil. Demir ilk taslak girdiği zaman, o şekliyle meclisin önüne insanlar yığılabilseydi o zaman tavındaydı. Benim cumhurbaşkanım bile geldi burada "yasayı değiştirdiler; içini tam okumadım ama olumlu gelişmeler varmış" dedi konuşmasında.


EMETE GÖZÜGÜZELLİ- Hangi yasanın?


AHMET ZEKİ BULUNÇ- Bu son çıkan yasanın. Denktaş Bey mecliste yaptığı konuşmada söylemiştir. Dolayısıyla insanlarda olumlu gelişme havası yaratıyorlar. Halbuki olumlu gelişmenin ötesinde bütün yasanın bırakınız niteliğini düşünce bile son derece tehlikeli ve büyük olumsuzluktur.


ARMAĞAN KULOĞLU- Bunu orada anlatmak lazım halka.


EMETE GÖZÜGÜZELLİ- İşte onun için mücadele edilecek. Çünkü bakın biz ne yapıyoruz: Oturduğumuz yerden diyoruz ki "Kıbrıs'ta aynen durum şu." Örgüt başkanları -ki belirli derneklerin başkanıdır- oturuyor ve oturdukları yerde böyle konuşuyorlar. Halkın arasına inmek lazım. Bir kere birçok şeyin değişmesi gerekiyor Kıbrıs'ta. Siyasi olarak yıpranan birçok kişi var. Yani bu işlerde "a şu şunundu, bu bunundu" diye insanların bir önyargıları var bazı kişilere; hepsini demiyorum. Halkın arasına inilmeli ve gençler teşvik edilmeli.Bu davadahiç mi yok Kıbrıs Türk genci gerçekten vatanını seven. Benim çok sevdiğim arkadaşlarım, dostlarım var. neden seslerini çıkaramıyorlar; çünkü kendilerine müsaade edilmemiş. Kendilerinin bir şekilde öne çıkmasına, ellerinden tutulmasına yardımcı olunmalı. Sonra ne oldu, Kıbrıs Türk gençliği böyle. Tabii böyle olur. Kızdırıp küstürmüşler bir çoğunu. Hatalarımız çok var. Halka ulaşmamızın en büyük çaresi böyle gönlünü bu davaya koyan insanların, gezerek hiç yılmadan, usanmadan bu konuyu anlatmaları. Halkın arasına inmedikten, halkın gönlü alınmadıktan sonra hiçbir şey olamaz.


MUSTAFA KÜÇÜKÇAKIR- Gazeteniz var mı?


EMETE GÖZÜGÜZELLİ- Kıbrıs'ta gazete bir Volkan var.


ERTUĞRUL ÖZTOP- Bir de olayın Türkiye boyutunu da düşünmek lazım, sadece Kıbrıs değil.


MUSTAFA KÜÇÜKÇAKIR- Bana göre en önemli husus diğerlerinden farklı olarak burada şahısların mağduriyeti var. Dolayısıyla bu konu çok güzel provoke edilir. Yani dediği gibi süratle örgütle birebir temas edilir. Her şeyden önce mesela orada bizim Türkiye'den gelen göçmenler var. Bunlara şu söylenir: "Bakın ilk mağdur olacak olan sizlersiniz. Oradan Türkiye'ye eliniz boş olarak gönderilecek olan sizlersiniz. Lütfen gelin destek olun."


AHMET ZEKİ BULUNÇ- Efendim, bunlar çok söylendi.


MUSTAFA KÜÇÜKÇAKIR- Ama bakın orada yok; orada birleşmeye bir umut yok.


EMETE GÖZÜGÜZELLİ- Annan Planında belki etkilemek çok şeydi, ama şu an Kıbrıs'ta mülkünün elinden alınması, Rum'un içine girmek söz konusu. Bunu sen anlatacaksınız.

Sayın Elçim Mücahitler Derneği bünyesinde diğer derneklere de çağrı yapılarak birlikte bu iş organize edilecek. Yani bu işin olması lazım ve bu iş olurken sizler destek vereceksiniz. Herkes destek verecek, yani bu işin yadırgayarak olmaması lazım.


ARMAĞAN KULOĞLU- Emete Hanım ben şunu anladım: Tabii ki bu konuda bir çalışma yapılacak, bu mitingin etkili olması için çalışılacak. Oldu ki mitinge birkaç gün kala, 3-5 gün kala baktınız ki etkili değil ve çok cılız kalacak. Onu yapmamak belki yapmaktan daha iyi olabilir. Yani o kararı vermeniz lazım orada.


EMETE GÖZÜGÜZELLİ- Zaten efendim orada gittiğimizde bu konuda ilgili herkesle zaten temas içinde oluruz.


ARMAĞAN KULOĞLU- Hayır, götürülecek götürücek; miting zamanı bu anlaşılır ne kadarkişinin gelebileceği. Baktınız ki 300-500 kişi, 1000 kişiyle kalıyor; onu yapmamak yapmaktan daha iyi olabilir.


AHMET ZEKİ BULUNÇ- İlan edildikten sonra da onun geri adımının atılması..


KENAN KIRKPINAR- Yapılacak çok şeyler var: gelin Anayasa Mahkemesinin üyelerini baskı altına alalım. Bir kampanya açalım yani.


ARMAĞAN KULOĞLU- Anayasa Mahkemesi üyeleri nasıl baskı altına alınır, nasıl bilgilendirilir, nasıl bilinçlendirilir? Çalışmaları, bir şeyleri göndermek lazım.


EMETE GÖZÜGÜZELLİ- Ben başladım dağıtmaya.


ARMAĞAN KULOĞLU- Çünkü şu anda herkes Türkiye'de "Ne güzel bir karar çıktı, lehimize" diyor. Türk kamuoyu şu anda tamamen bilinçsiz bu konuda. Zafer elde etimizi zannediyorlar.


KENAN KIRKPINAR- Şimdi bir de Türk kamuoyunda "verelim de kurtulalım" diyen kesim de çoğalmaya başladı.


EMETE GÖZÜGÜZELLİ- Tabii kambur olarak görülüyor. Yapılan kamuoyu yoklamalarında yüzde 55'e düşmüş Kıbrıs'tahassasiyet.


KENAN KIRKPINAR- Füsun Hocayı da davet ettik, ama bugün Kıbrıs'a gitti.

Kabaca görüşlerini falan anlattı. Burada aynen biraz önce anlatılan şeylere tamamen katıldı. Türkiye'nin çok zor bir sürece girdiğini, geri dönülmesi zor bir sürece girdiğini söyledi. İnşallah bir toplantıda onu da getiririz buraya. Yani yapılacak bir şeyler var yani.


ERTUĞRUL ÖZTOP- Bu Kıbrıs'la ilgili konuyu da diğer konu gibiböyle bir şey yapmak lazım.


KENAN KIRKPINAR- İzin verirseniz bir eylem planı koyalım. Yani burada hemfikiriz, aykırı olan yoktur. Bir eylem planı koyarız, bu eylem planıyla ilgili birkaç defa daha toplanırız. Biz burada elimizde belli bir adres grubu var ve onlara şey yaparız. Diğer şeylerle elektronik ortamda çalışarak başka gruplara ulaşırız. Oradaki Anayasa Mahkemesi üyelerini, oradaki muhalifleri…


ERTUĞRUL ÖZTOP- Bizim komutanların bile ben bu işi tam olarak anladıkları kanaatinde değilim.


ARMAĞAN KOLOĞLU- Konunun iki boyutu var yalnız. Şu anda güncel işleyen bir konu ve çıkan ilgili kanunla ilgili bir konu. Bir de konunungenel çerçevesi var; yani iki ayrı konu. Bu kanunla ilgili bundan sonra "bir toplantı daha, bir toplantı daha" derseniz, ortaya bir şey koymaya kalkarsanız 1,5-2 ay geçer. Bu konunun 1,5-2 aya yakın bir tahammülü yok, ama Kıbrıs'ın genel çerçevesi derseniz bunu 3-5 ay daha sürdürebiliriz. Ama öbürünün daha acele yapılması lazım. Onun için çok uzun süreli bir çalışmaya tahammülü yok.


MUSTAFA KÜÇÜKÇAKIR- O zaman ben somut öneriler söyleyeyim:

Bir kampanya başlatıp Anayasa Mahkemesine ve Kıbrıs'taki bir takım şeyleri geçirmek için elektronik ortamda e-mail yoluyla başlayabiliriz buna. O konuda Emeti Hanım bize yardımcı olabilir misiniz?


EMETE GÖZÜGÜZELLİ- Evet, olurum.


MUSTAFA KÜÇÜKÇAKIR- İkincisi hukukçularla ilgili dediğimiz bu eski Türk vakıflarının tekrar dikkate alınması konusunda bir çalışma grubu. O konuda yardımcı olabilir misiniz?


AHMET ZEKİ BULUNÇ- Ben dün akşam Ankara Barosunun bir kısım üyeleriyle birlikteydim "buna ne yapılabilir?" diye. Bir çalışma yapacaklar. Fakat süratle delillerimizi toplamamız lazım. Yani sadece gazete haberleriyle değil.


MUSTAFA KÜÇÜKÇAKIR- Ya bir ön toplantı yapılır ve ondan sonra arkası gelir bu toplantıların.


ARMAĞAN KULOĞLU- Yani şunların ortaya konması için bir toplantı yapabiliriz; eylem planı için. Herkes bir hazırlık yapar getirirse, bunu ondan sonra harekete geçirmek için bir toplantı yapılabilir.


MUSTAFA KÜÇÜKÇAKIR- O zaman önümüzdeki hafta çarşamba veya perşembe günü Füsun Hocayı da çağıralım.


AHMET ZEKİ BULUNÇ- Füsun Hoca gelecekse perşembe, cumanı dışında düşünün.


MUSTAFA KÜÇÜKÇAKIR- O zaman haftaya çarşamba olur.


EMETE GÖZÜGÜZELLİ- Ben haftaya çarşamba miting için Kıbrıs'tayım.


MUSTAFA KÜÇÜKÇAKIR- Görüşlerinizi bize yazılı olarak bırakırsınız.


EMETE GÖZÜGÜZELLİ- Erken kararda bence salı olursa çok daha uygun olur; oradan haberleşiriz en azından.


KENAN KIRKPINAR- Bize yakın sivil toplum kuruluşları var. Bunlara e-mail'le ya da çeşitli şekillerde ulaşabiliriz. Dışişleri Bakanlığına mesela, Başbakanlığa olabilir.


ARMAĞAN KULOĞLU- Yalnız çok tutarlı olması lazım bunların.


KENAN KIRKPINAR- "Her kafadan bir ses anlamında" demedim. Buradan çıkar bir metin ve bu metni bu sivil toplum kuruluşlarına veririz ve onlar da kendi yerlerinden e-mail, faksa geçerler. O zaman bir baskı grubu olmuş oluruz. Burada kendi kendimizi tatmin ederiz sadece.


ARMAĞAN KULOĞLU- Zaten onu hazırlayabilmek için burada olacağız.O zaman salı günü toplanalım mı o zaman? Herkes 1-1,5 sayfa bir şey hazırlasa, bu hazırlanacak olan bu hazırlanacak olan bildirinin bir bölümü teşkil eder. Zaten tutup da 30 sayfa bildiri hazırlarsanız kimse okumaz. Bunun 1 sayfası hukuksa, kalanını eylem falan teşkil eder.


MUSTAFA KÜÇÜKÇAKIR- Türkiye'de yapılacak bir şey varsa; ne bileyim, mitingdi, şuydu, buydu?.. Biraz önce siz meclisin önünde veyahut da bir gazetenin önünde bir eylem…


AHMET ZEKİ BULUNÇ- Efendim, bu yılgınlık değil de ben gerçeklerle hareket etmek zorunda olduğumuza inanıyorum. Ben yaklaşık 2,5 aydır çeşitli toplantılarla "ek protokole karşı bir eylemi nasıl yapabiliriz?" diye burada milletvekillerine yönelik burada birkaç tane mektubun dışında bir şeyi başaramadım.


EMETE GÖZÜGÜZELLİ- Komutanım, benim hazırladığım şeyler var; yollayayım size ekstra olarakbunları da.


MUSTAFA KÜÇÜKÇAKIR- Bu genel şeyi yapalım. Bir bildiri yayınlanacaksasadece bu yasaya yönelik olmasın.


ARMAĞAN KULOĞLU- Tamam salı gününe getiriyorsun? Sayın Büyükelçim getiriyor, mektubu da getiriyor. Hukukçular üzerindeki baskı olacak hususları da getiriyor.


EMETE GÖZÜGÜZELLİ- Ben size e-mail geçeyim komutanım.


MUSTAFA KÜÇÜKÇAKIR- Salı günü saat 3 gene bilmiyorum uygun mudur komutanım?


ARMAĞAN KULOĞLU- Bilmiyorum buradakiler ne zaman uygunsa benim için uygun.

Salı günü Saat 15:00'de Toplanmak üzere, öneriler ve bilgilerle buraya gelmek üzere bugün toplantıyı bitirelim. Hepinize katkılarınızdan dolayı teşekkürler, iyi akşamlar.


http://www.21yyte.org/tr/arastirma/balkanlar-ve-kibris-arastirmalari-merkezi/2005/12/29/5961/beyin-firtinasi


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder