7 Şubat 2017 Salı

TÜRKİYE’NİN ORTA DOĞU POLİTİKASININ İNCELENMESİ BÖLÜM 2




TÜRKİYE’NİN ORTA DOĞU POLİTİKASININ İNCELENMESİ BÖLÜM 2




     Değişen koşulların diğer Orta Doğu ülkelerini de etkilediği göz önüne alınırsa, artık Soğuk Savaş’ın stratejik koruyuculuğuna sahip olan şemsiyesini üzerlerin de hissetmeyen Suriye, Irak ve İran gibi ülkeler, bu dönemde Türkiye’ye yönelik dış politika amaçlarına ulaşabilmek için PKK kartını manivela olarak kullanmaya başlamışlardır, üstelik de adı geçen bu ülkelerde belli oranlarda Kürt varlığı olmasına rağmen. Bu grift ilişkiler ağı sonucunda Türkiye, 1990 sonrasında İsrail ile ilişkilerini daha açık ve daha sıkı bir hâle getirdi. Özellikle, bu dönemde Türkiye-İsrail ilişkilerinin en önemli boyutunu stratejik askerî işbirliği oluşturmuş tur. 23 Şubat 1996’da imzalanan Askerî Eğitim Anlaşması karşılıklı olarak  pilotların eğitim uçuşlarının gerçekleştirilmesini, ortak tatbikatlar yapılmasını ve istihbarat alışverişini öngörmektedir.25 Ankara, bölgede kendisini ‘yalnız’ hisseden bir başkent olarak diğer ‘yalnız’ Tel Aviv ile daha önce varolmayan düzeyde işbirliğine gitmesini kolaylaştıran bir etken bu dönemde Arap – İsrail yakınlaşması olmuştur. Fakat, yine de Araplar bu yakınlaşmaya tepkisiz kalmamıştır, özellikle Araplarla İsrail’in arası açılmaya başladıktan sonra işbirliği düzeyinin düşürülmesi ihtiyacı hissedilmiştir. Türk – İsrail ilişkileri, İsrail devleti, 
kurulduğundan bu yana hiç bu düzeye ulaşmamıştır ki, bu düzey Türkiye’nin tarafsızlık politikasıyla çelişmektedir. Fakat, Arap devletlerinin tepkilerinin artması üzerine bu işbirliğinin düzeyinde belli bir miktar azalma görülmesi denge ve tarafsızlık politikalarının tamamen göz ardı edilmediğini göstermektedir. 

Soğuk Savaş sonrası Suriye ile ilişkilere bakıldığında ise yukarıda değinilen faktörün etkisiyle 1990’lı yılların ilk yarısında ilişkilerin, Suriye’nin, PKK terör örgütünü desteklemesi, su sorununda PKK’yı bir manivela olarak görmesinden dolayı gerginleştiği görülecektir. 1998’de Abdullah Öcalan’ın, Şam’da barındığı ispatlanınca, ilişkiler gerginleşmiş ve aynı yılın sonlarına doğru diplomatik trafik hızlanmıştır. 

Türkiye’nin kararlı tutumu ve gerekirse bir savaşı göze alabileceği yönündeki sinyalleri sonrası Suriye geri adım atmak zorunda kalmıştır. 

Çünkü Rusya, Soğuk Savaş sonrası dönemde, Sovyetler Birliği’nin eski ideolojik güdüleriyle şekillenen desteğini bu ülkeye vermemiş ve sonuç olarak Suriye, terör örgütü liderini ülkesinden çıkarmak zorunda kalmıştır.26 Suriye’yi böyle davranmaya iten bir diğer faktör ise Türkiye’nin İsrail ile yakınlaşma stratejinin başarılı olmasıdır. Abdullah Öcalan’ın, Suriye’den çıkarılması sonrası iki ülke arasında Adana Mutabakatı imzalanmıştır.27  Bu mutabakat sonrasında ilişkilerde görece bir iyileşme meydana geldiği söylenebilir. Suriye açısından 
bakındığında, Hatay, Suriye’den kopartılmıştır, Fırat nehri âdil bir şekilde paylaşılmamaktadır ve 1990’lı yıllarda Türkiye’nin İsrail ile askerî – güvenlik anlaşmalar imzalaması ilişiklerdeki diğer sorunlardır.28 Fakat ilişkilerde sözü edilen bu iyileşme sorunların çözülmesine yardımcı olamamıştır. Özellikle, Başer Esad’ın ülke yönetimine geçmesinden sonra sorunlara çözüm bulma yönünde iradesinin bulunduğu fakat ülkenin kontrolünü henüz tam anlamıyla eline geçireme-diğinden ve Suriye’de etkin insanların hâlâ Hafız Esad’ın kuşağından 
geliyor olmasından dolayı bu iradenin gerçeğe dönüştürülmesinde zorluklarla karşılaştığı söylenmektedir. 

Türkiye’nin, 1990 sonrası Irak, İsrail ve Suriye ile ilişkilerinde keskin değişiklikler olduğu için bu üç ülke ile ilişkileri kısaca değerlendirilmiştir. 

Şimdi irdelenecek konu ise, Irak krizi dolayısıyla Orta Doğu ülkelerinin Türkiye’nin inisiyatifiyle bir araya geldikleri 2003 İstanbul Toplantısı olacaktır. 

İstanbul Toplantısı: Çıkarların Kesiştiği Nokta mı? 

İstanbul Toplantısı’na geçilmeden önce bir durum tespitinin yapılmasına ihtiyaç vardır. Bu toplantı, Amerika Birleşik Devletleri’nin Irak ile ilgili politikalarının artık savaşla sonuçlanacağının kesinleşmeye başladığı bir dönemde, biraz da geç kalınmış olduğu anlaşılan bir şekilde hayata geçirilmiştir. Artık, ABD, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1441 sayılı kararının29 müdahalede bulunmak için yeterli bir karar olduğunu ikinci bir BM kararına gerek olmadığını iddia ettiği30 bir dönemde bu toplantı fikri kabul görmüştür. Gerçekten de Washington, BM silâh denetçileri şefi Hans Blix tarafından Irak’ın kitle imha silâhlarıyla ilgili Irak’ta ‘dumanı tüten silâh’ bulamadıkları yönündeki açıklamasına sert tepki göstermiş ve silahların gizli olduğu için bulunamadığını iddia etmiştir.31 Irak ile ilgili politikalarında dünya kamuoyundan destek görmediği için giderek sertleşen bir tavır içine giren ABD, gerekirse Irak’ı tek taraflı vurabileceklerini sıkça tekrar etmeye başlamıştır. Bu mevcut durum, ABD’nin 11 Eylül saldırılarının üzerinden çok geçmeden Irak’ın bu saldırılarla ilişkisi bulunduğuna yönelik açıklamalarıyla başlayan süreçte artık sona yaklaşıldığının kanıtlarını olarak görülebilir. Sonuç olarak, ABD, Irak’ta bir savaş sonrası Saddam Hüseyin rejimini yıkma ve onun yerine kendi kontrolünde bir yönetim getirme stratejisini uygulamaya koymuş ve adımlarını da buna uygun olarak atmaktadır. Çünkü ABD, kurduğu ve devamının menfaatlerine uygun olduğunu tespit ettiği uluslararası düzene en ciddi meydan okumanın Orta Doğu’dan geldiğini düşünmektedir.32 Bu stratejinin karşısında ise, Irak’a karşı bir savaşın bölgenin dengelerini değiştireceğini iddia eden bir Orta Doğu muhalefeti oluşmuştu. Fakat bu bloğun çok da etkin olduğunu söylemek oldukça güçtür. 

Bu bloğu etkinleştirmek işlevi ise bir anlamda bölgeye hiçbir zaman tam olarak eklemlenmemiş olan Türkiye’ye düşmüştür. 

2003 Ocak ayının başlarında Suriye ile başlayan bir Orta Doğu gezisine çıkan Başbakan Abdullah Gül, daha sonra Mısır, Ürdün, İran ve Suudi Arabistan’ın nabzını yoklayarak barış için bölgesel bir girişim başlatmıştır. Türkiye; Mısır, Ürdün, İran, Suriye, Suudi Arabistan ve İran’a, Irak Krizi’ne barışçı bir çözüm yönünde çalışmalarda bulunmak için bir zirve toplantısına ev sahipliği yapmayı önermiştir. Ürdün ve Suudi Arabistan’ın son anda kabul ettiği zirve önerisi bütün teklif götürülen devletlerce kabul edildi. Her birinin ortak çıkarı olarak 
gözüken savaşın önlenmesi için yapılacak bir toplantının dışında kalmak istememeleri kabul etmeleri için yeterince güçlü bir sebep olarak görünmektedir. Toplantı önerisini kabul eden devletlerin hepsi, olası bir Irak Savaşı’nın hassas bölgesel dengeleri olumsuz etkileyecek şekilde etnik ve dinî temelde kaotik bir durum ortaya çıkarmasından endişe duymaktaydı. Gerçekten de, toplantıya katılan devletlerin böyle bir ortak çıkar algılamasında oldukları söylenebilir. Fakat daha derinlemesine bir analiz yapıldığında, toplantıya katılan her devletin Irak’ın parçalanmasından dolayı duyduğu endişenin farklı olduğu anlaşılacaktır. 

Irak’ın etnik temellere dayalı olarak parçalanmaması, İstanbul Toplantısı’na katılan her devlet için kapsayıcı bir çıkar olsa da, bu çıkar her devlet için aynı öncelikde değildir. Türkiye dışındaki Arap ülkelerinin asıl çekindikleri nokta, ABD Orta Doğu politikasının Irak’tan başlayarak bir değişikliğe gitmesidir.33 Bunun nedeni, ABD’nin bölgeye dönük algılamalarında değişikliğe gitme emarelerini göstermesidir. 

Arap dünyasının anti-demokratik rejimlerle yönetilmesi sonucu yaşadığı meşruiyet problemi sonrası bu ülkelerin ABD destekli hükümetlerine 
karşı ciddî bir toplumsal baskı gelişmiştir. Bu baskının gelişmesinin temelinde ise İsrail-Filistin uyuşmazlığında Amerika’nın sürekli İsrail’in menfaatlerini koruyan politik tercihler yapması yatmaktadır. İktidarlarını ABD’ye borçlu olan bu devletler, aynı zamanda iktidarlarının meşruiyet temellerinin kaybolmasında ABD’nin Orta Doğu politikalarının bulunması gibi bir paradoksla karşı karşıyalardır. ABD, Orta Doğu’daki mevcut siyasî yapının kendi aleyhine olduğunu fark edip bu yapıyı değiştirerek bölgedeki varlığını sürdürmenin hesaplarını yapıyor gibi görünmektedir. Bu değişikliği de bölge kamuoyuna daha fazla önem vererek yapması muhtemeldir. Kamuoyuna verdiği önemi 
belli etmek için olası bir Irak savaşı sonrası İsrail – Filistin sorununa barışçıl ve adil bir çözüm getirmek için politikalar yürütme ihtimali oldukça yüksektir. Fakat, objektif olarak bakılırsa, ABD’nin olası bir Irak müdahalesinden önce bu sorunu çözüme kavuşturmasa bile bu yönde adımlar atıyor olduğunu göstermesi, kendisinin bölgede daha geniş bir hareket alanını kullanmasına yardımcı olacağı düşüncesini mantıklı kılmaktadır. Toplumsal harareti ve ABD düşmanlığını etkisizleştirecek böyle bir stratejinin uygulamaya konulması halinde ise mevcut hükümetlerin, krallıkların iktidardan uzaklaştırılmasına neden olabileceği düşünülürse bu ülkelerin neden Irak’ta bir savaşa karşı çıktıları 
daha iyi anlaşılabilir. Arap devletleri dışında kalan İran’ın da bu tür bir algılama içinde olması anlaşılabilir bir durumdur. Çünkü İran, ABD’nin zaten 1979’dan beri ‘düşman’ı olarak algılanmaktadır. Bunlar dışında ise toplantının gözle görülebilen bir amacı da kamuoylarındaki savaş karşıtlığını yatıştırarak savaşı önlemek için ellerinden gelen çabayı gösterdikleri mesajını vermektir. 

Toplantıya katılan devletlerin İran hariç hepsi ABD müttefiki ülkeler olması, bu devletlerin son tahlilde olası bir Irak müdahalesinde ABD’nin yanında yer alacağının önemli bir delilini ortaya koymaktadır. Türkiye, Suudi Arabistan, Ürdün, Mısır ve Suriye’nin belli bir noktaya kadar ABD’ye direnme gücü vardır. Fakat ABD’nin 11 Eylül sonrası yaptığı açıklamaya göre “öteki” olmayı da göze almaları oldukça zordur. 11 Eylül, Soğuk Savaş sonrası belirsizliğin üzerindeki örtünün kalkmasını sağlayan ve dünyanın gerçek gidişatını göstren bir turnusol 
kağıdı görevi görmüştür.34 Açıkçası, Toplantıdan ABD’ye yönelik sert bir uyarı çıkmayacağı daha başından göze çarpmaktaydı. Batılı kaynaklara göre Toplantı’nın en önemli mesajı Saddam Hüseyin’e verildi ve savaşı ancak Irak liderinin tavrının önleyebileceği üzerinde duruldu.35 “Irak’ta bir savaş ihtimali giderek daha da görünürlük kazanmaktadır. Bölge ülkeleri yeniden bir başka savaş ve bu savaşın tüm yıkıcı sonuçlarını tekrar yaşamayı arzu etmemektedir.” ifadeleriyle barış çağrısı yapan 6 ülkenin dışişleri bakanları, İstanbul girişiminin barışçı çözüm için bir süreç olduğunu vurguladı.36 Bundan sonra ise Irak’tan, BM Güvenlik Konseyi'nin kararına uygun olarak işbirliğini sürdürmesi ve elindeki 
kitle imha silâhı yetenekleri hakkında bilgi ve malzeme sağlamaya yönelik daha aktif bir yaklaşım sergilemesi, süregelen izleme ve doğrulama sürecine ilişkin BM Güvenlik Konseyi'nin ilgili kararları altındaki yükümlülüklerini teyit etmesi, bir belirsizliğe yer vermeyecek şekilde, komşularında güven yaratacak bir politika izlemeye başlaması ve komşularıyla arasındaki anlaşmalara uygun olarak, uluslararası tanınmış sınırlara saygı göstermesi, ülkesinin egemenliğini ve toprak bütünlüğünü muhafaza edecek bir ulusal uzlaşmanın sağlanması yolunda, 
somut adımlar atması istendi. Buna ek olarak, Güvenlik Konseyi’nin sürece katılımının tam ve kapsayıcı olması gerektiği öne sürülerek, Güvenlik Konseyi’nin bu altı ülkenin ortaya koyduğu perspektifle uyumlu hareket etmesi istemiştir.37 


 <  Bu mesajlar tamamen Saddam Hüseyin’e yönelik mesajlar olup Amerika Birleşik Devletleri tarafından da sonuç bildirisi memnuniyetle karşılanmıştır. >


    Görüldüğü gibi, bu mesajlar tamamen Saddam Hüseyin’e yönelik mesajlar olup Amerika Birleşik Devletleri tarafından da sonuç bildirisi memnuniyetle karşılanmıştır.38 

Bu metin aynı zamanda Avrupa Birliği tarafından da desteklenmiş ve AB Komisyonu yetkililerinin yorumlarına göre Irak konusunda sergilenen tutum 
Avrupa Komisyonu’nun tutumuyla tamamen bağdaşmaktadır.39 Bu mesajlardan içerik olarak farklı olarak adı sonuç metninde geçmeyecek şekilde İsrail’e de bir gönderme yapılarak bölgenin kitle imhâ silahlarından arındırılması gerektiği üzerinde durulmuştur ve Filistin sorununun çözülmesine yönelik BM kararlarına bağlı kalmaya devam edileceği nihaî bildiriye eklenmiştir. 

İstanbul Toplantısı’nın sonuçlarına bakacak olursak, bu zirveye katılan devletlerin ortak çıkarlarının bölgede bir savaşın çıkmasını engellemek olduğu söylenebilir. Fakat hem bu amaca ulaşacak olanaklara tam olarak sahip olmadıklarının hem de savaşın patlak vermesi sonrası stratejik çıkarlarının kesişmediği nin farkında oldukları fikrine sahip olunabilir. Bu nedenle savaşı önleme misyonuna sahip olduğu iddia edilen bu zirvenin amacına ulaşması zor idi. 

Buna karşın, Türkiye’nin bu zirveden kazanımları olduğu ve kaybettiği hiçbir şey olmadığını söylemek gerçekçi bir yaklaşım olabilir.40 

Ayrıca bu toplantıdan çıkan belki de en önemli ve yararlı sonuç, ülkeler arasında görüşmelerin devam edeceği ve bunun bir sürece dönüşeceğinin vurgulanması dır. Çünkü, savaşı önleyemese de bu girişim savaş sırasında ve sonrasında Irak'la ilgili gelişmelerde bölge ülkelerinin ortak tavır geliştirilmesi yolunda bir adım olabilir.41 Böylece, Türk dış politikasının, Türkiye’nin jeopolitik konumu nedeniyle sürdürmek zorunda olduğu çok yönlülüğün bir alanında manevra alanı genişlemiş olur denebilir. Zirvenin, Ankara’daki karar alıcılar açısından bir yararı da, yüzde sekseninden fazlası Irak’ta olası bir savaşa karşı olduğu bilinen Türk kamuoyuna savaşın önlenmesine için elden gelen âzami gayretin gösterildiğine 
dâir verilen mesajdır. 


Değerlendirme 

Soğuk Savaş sonrası değişen parametreler sonucu, uluslararası ilişkilerde ortaya çıkan belirsizlik ortamı, yeni stratejilerin belirlenmesini ve bunların zamana yayılarak uygulanmasını bir zorunluluk haline getirmiştir. Türkiye’yi, bu açıdan tam anlamıyla başarılı olarak kabul etmek objektif bir bakış olmayacaktır. Daha çok mevcut konjonktürün gerektirdiği zorunluluklar ışığında stratejilerini belirleyen Türkiye, kapsamlı bir ilkeler manzumesini tam ortaya koyamamış ve sonuç olarak da bunun eksikliğini hissetmiştir. 

Bu genel çerçeveden daha özele inerek, Orta Doğu politikalarına baktığımızda ise yukarda anlatılanlardan çok farklı bir davranış şekli geliştirilmediği görülecektir. Modern Türkiye’nin kurulduğu andan itibaren, Orta Doğu’ya karşı genel olarak istikrarlı bir dış politika izlediği söylenebilir. 

 < 1990 Sonrası bölgeye bu bağlamda daha fazla ilgi göstermek zorunda kalan Türkiye, Esasen 1990’ lara kadar sürdürdüğü denge ve tarafsız lık politikalarını devam ettirmiştir. Fakat, bu kez Türkiye geleneksel dış politikasına ek olarak, kendini ‘aktif denge’ politikası izlemek zorunda hissetmiştir.  >


  Bölgeye dönük olumlu ya da olumsuz bakış açılarının gelişmesinde, ilginin artıp azalmasında bazen Türkiye’nin kendi iç politika süreci bazen de Orta Doğu bölgesinde ve uluslararası konjonktürde oluşan talep, baskı, gelişme ve değişme etkili olmuştur.42 1990 sonrası bölgeye bu bağlamda daha fazla ilgi göstermek zorunda kalan Türkiye, esasen 1990’lara kadar sürdürdüğü denge ve tarafsızlık politikalarını devam ettirmiştir. Fakat, bu kez Türkiye geleneksel dış politikasına ek olarak, kendini ‘aktif denge’ politikası izlemek zorunda hissetmiştir. 

Örneğin, Türkiye’nin, Suriye’nin karşısına İsrail’i bir denge unsuru olarak çıkartması, Suriye’yle 1998’de başlayan bir yakınlaşma sürecine girilmesinde etkili olmuştur. Suriye örneğine ek olarak, 1990 sonrasında, Türkiye’nin, Kuzey Irak’ta daha etkin bir dış politika geliştirmesi ve 24 Ocak 2003 tarihindeki İstanbul Zirvesi, ‘aktif’ politikasının ilk bakışta göze çarpan iki göstergesidir. Zaten, 1960’ların ortalarından itibaren uygulanan ‘denge’ politikasının olumlu sonuçları göz önüne alınırsa, bu politikanın sürdürülmesi gereği de ortaya çıkar. 
Türkiye’nin, Orta Doğu’ya yönelik politikalarında geleneksel hale gelmiş denge unsuru ve Soğuk Savaş sonrası şartların bir anlamda gerekli kıldığı aktiflik, ‘aktif denge’ politikası olarak formüle edilebilecek bir tespit yapılabilmesinde ana dinamikleri oluşturmuştur. Şu anki konjonktür, Türkiye’nin bölgede daha etkin olmasına olanak vermektedir ki son günlerde ABD ile süren Amerikan askerlerinin Türk topraklarından geçirilmesi ile ilgili gerginliğin temelinde de bu farkında oluş yatmaktadır. Jeopolitiğinin ve şu anki konjonktürün getirdiği avantajları, 1991 Körfez Savaşı’ndan aldığı derslerle daha iyi kullanan bir 
Türkiye ile karşılaşılmaktadır. 

Buna rağmen, Türkiye jeopolitik konumunun getirdiği avantajı gözden kaçırarak Batı uygarlığı dışındaki diğer Orta Doğu medeniyetlerine gereken önemi verememiştir. Halbuki, akıllıca izlenecek bir politika, Batılılaşma projesini sekteye uğratmayacağı gibi bu projenin daha sağlıklı yürümesine katkıda bulunabilirdi. Bu anlamda çok yönlü dış politika izleyebilmenin birçok şartına sahip bir ülkenin kendisini tek bir yöne kanalize etmesi pek de akıllıca olmayan bir davranış biçimi olarak görülebilir. 

Çok taraflı izlenebilecek dış politikanın bir tarafı olan Orta Doğu ile ilişkileri geliştirmek de, işte bu açıdan önem kazanmaktadır. Orta Doğu ile ilişkilerin geliştirilmesi için Türkiye’nin izleyebileceği politikalar şunlardır: 

• Bölgeye yönelik diplomatik açılımları olumsuz yönde etkileyen engellerin aşılması, 
• Bölgesel gelişmeleri yakından takip eden ve derinlikli projeksiyonlarla değerlendirebilen araştırma merkezleri, üniversite enstitüleri gibi kurumların oluşturulması, 
• Bölgeyi bütünüyle kuşatıcı projeler üretilmesi, 
• Bölge barışında jeopolitik ve jeokültürel risk alanlarının ve risk alanlarını oluşturan karşı milliyetçi bloklaşmaların engellenmesi, 
• Orta Doğu barış süreci başta olmak üzere bütün bölgesel problem alanlarında etkin, aktif ve inisiyatif gücü yüksek bir yaklaşımın benimsenmesi, 
• Türkiye’nin bölgedeki imajını güçlendirecek ilişkilere ve iletişime ağırlık verilmesi, 
• Bölge barışını güçlendirecek ortak çıkar alanlarının oluşmasına öncülük edilmesi.43 

 <  AKP hükümetinin, Müslüman dünya ile ilişkilerde daha duyarlı olması beklenebilir. Fakat Türk Devleti’nin temel politikalarını kökten değiştirmesi beklenmemelidir.  >

Açıktır ki, bu politikaların hayata geçirilebilmesi için Türkiye’nin muhataplarının da bu çabaları karşılıksız bırakmamaları gerekmektedir. İstanbul Toplantısı’nı 
bu politikalar çerçevesinde değerlendirmek mümkün görünmektedir. Bölgesel ilişkileri geliştirmek adına atılmış bu adımın konjonktürel zorunluluklardan dolayı olma olasılığını da unutmamak gerekir. İlişkilerin gelişmesi için Türkiye ve bölge ülkelerinin karşılıklı samimiyet ve hüsnüniyet göstermeleri gerekmektedir. Eğer, bölge ülkeleri ile Türkiye’nin karar alıcıları sorunları çözme yönünde siyasî irade geliştirirlerse, sorunların çözülmesi için gereken alt yapı oluşur. 

Eklenmesi gereken bir diğer nokta da, İstanbul Toplantısı’nın, AKP hükümetiyle ilintisinin birebir olmadığının hatırlanmasıdır. 

Sonuç olarak, Türkiye Soğuk Savaş sonrası konjonktürün ortaya çıkardığı fırsatlar ve olanaklardan yararlanarak orta ölçekli bir güç olmak gibi bir stratejiye sahipse, ki böyle bir potansiyele sahiptir, bu hedefine ulaşmak için, sadece Orta Doğu bölgesine yönelik değil, jeopolitik konumunun olanak sağladığı bütün bölgelerde çok daha aktif bir dış politika izlemelidir. 


DİPNOTLAR;

1 Hüseyin Bağcı, ‘ Demokrat Parti’nin Orta Doğu Politikası’, Faruk Sönmezoğlu (der.), Türk Dış Politikasının Analizi, (İstanbul, Der Yayınları, 1998), s. 104. 
2 Fahir Armoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, 11. Baskı, 1-2 Cilt, ( İstanbul, Alkım Yayınevi, 1996,) s. 332-333. 
3 Ramazan Gözen, Amerikan K›skac›nda Dış Politika: Körfez Savaşı, Turgut Özal ve Sonrası, (Ankara, Liberte Yayınları, 2000), s. 3-4. 
4 Gözen, Amerikan..., s. 5 
5 Melek Fırat ve Ömer Kürkçüoğlu, ‘Orta Doğu’yla İlişkileri, Baskın Oran (der.), Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, 
   Cilt 1, 1. Baskı, ( İstanbul, İletişim Yayınları, 2001), s. 615 
6 Fırat ve Kürkçüoğlu, ‘ Orta Doğuyla ’..., Cilt 1, s. 615. 
7 Bağdat Paktı hakkında daha fazla bilgi için bkz., Mehmet Gönlübol ve Haluk Ülman ve Suat Bilge ve Duygu Sezer, ‘Bağdat Paktı ve Orta Doğu Devletleriyle
 İlişkilerimiz’, Mehmet Gönlübol (der), Olaylarla Türk Dış Politikası (1919 -1995), 9. Baskı, ( Ankara, Siyasal Kitapevi, 1996), ss. 251-271. 
8 Gözen, Amerikan..., s. 11 
9 M. Hakan Yavuz, ‘İkicilik (Duality): Türk-Arap İlişkileri ve Filistin Sorunu (1947-1994)’, Faruk Sönmezoğlu (der), Türk Dış Politikasının Analizi, (İstabul, 
   Der Yayınları, 1998), 2. Baskı, s. 572 
10 Gözen, Amerikan..., s.12 
11 Yavuz, ‘ İkicilik..., s.573 
12 Fırat ve Kürkçüoğlu, ‘ Orta Doğu ’yla...’, Cilt: 1, s.790 
13 Stephen Larrabee ve Ian O. Lesser, Turkish Foreign Policy in an Age of Uncertainty, (Santa Monica, RAND Publishing, 2003), s. 131. 
14 Fırat ve Kürkçüoğlu, ‘Orta Doğu’yla..., Cilt 1, s.795. 
15 Atilla Eralp ve Özlem Tür, ‘İran’la Devrim Sonrası İlişkiler’, Meliha Benli Altunışık (der), Türkiye ve Orta Doğu Tarih Kimlik ve Güvenlik, (İstanbul, Boyut Kitapları, 1999), s. 74. 
16 Yavuz, 'İkicilik..., s. 578. 
17 Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik Türkiye’nin Uluslararası Konumu, (İstanbul, Küre Yayınları, 2001), s. 326 
18 Davutoğlu, Stratejik..., s. 327 
19 Davutoğlu, Stratejik...., s. 397 
20 Tozun Bahcheli, ‘Turkey, the Gulf Crisis, and the Word Order’,Tarek Y. Ismael ve Jacqueline Ismael (edi.), The Gulf War and the New World Order: 
Internetional Relations of Middle East, (Florida, University Pres of Florida, 1994), s. 438. 
21 Bahcheli, ‘Turkey..., s.436. 
22 Larrabee ve Lesser, Turkish..., s. 127. 
23 Serhat Erkmen ve Hasan Yılmaz, ‘Türkiye’nin Kuzey Iraklı Kürt Gruplarla İlişkileri: 10 Yılın Anatomisi ve Geleceğe İlişkin Beklentilerİ’, Stratejik Analiz, 
Cilt.3, No.30, ( Ekim 2002), s. 45. 
24 Ümit Özdağ, ‘Yeniden Yapılanan Orta Doğu’, Stratejik Analiz, Cilt.3, No.31, Kasım 2002, s.24 
25 Meliha Benli Altunışık, ‘Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Türkiye – İsrail İlişkileri’, Meliha Benli Altunışık (der), 
    Türkiye ve Orta Doğu Tarih Kimlik ve Güvenlik, ( İstanbul, Boyut Kitapları, 1999 ), s. 204. 
26 İhsan Bal ve Önder Aytaç, ‘Soğuk Savaş Sonrası Yeni Düşman Tanımlamaları Bağlamında Terörizm Sorununun Türk Dış Politikasına Etkileri’, içinde, 
    İdris Bal (der.), 21. Yüzyılın Eşiğinde Türk Dış Politikası,  ( İstanbul, Alfa Yayınları, 2001), s. 690. 
27 Adana Mutabakatı hakkında daha fazla bilgi için bkz., Melek Fırat ve Ömer Kürkçüoğlu, “ Orta Doğu’yla ilişkiler ”, Baskın Oran (der.), Cilt: 2, s. 566 
28 Şaban Abboud, “ Yeni Türkiye ve Suriye Arasında Pragmatik Yakınlaşma”, As-Safir Gazetesi, 3 Ocak 2003 
29 Krararın Tam Metni için Bkz. http://www.un.int/usa/sres-iraq.htm 8 Kasım 2002. 
30 ‘Armitage: İkinci bir BM Kararına Gerek Yok ’, Hürriyet, 23 Ocak 2003. 
31 ‘Powell: Kanıt Bulmak Şart Değil’, NTVMSNBC, 11 Ocak 2003. 
32 Şanlı Bahadır Koç, ‘İyi, Kötü, ve Çirkin: Amerika’nın Orta Doğu Politikaları’, Stratejik Analiz, Cilt 2, No. 21, Ocak 2002, s. 6. 
33  Muna Shuqair, ‘İstanbul Konfreransı: Bir Sonuçsuzluk Değerlendirmesi’, The Daily Star, 02 Şubat 2003. 
34  Serhat Erkmen, ‘SSCB’nin Yıkılması ertesinde Moskova – Bağdat İlişkileri’, Stratejik Analiz, Cilt.3, No. 26, Temmuz 2002, s. 69. 
35 ''İngiliz Basınında İstanbul Zirvesinin Yankıları'’, NTVMSNBC, 24 Ocak 2003. 
36  Abdülhamit Bilici ve Salih Boztaş, ‘İstanbul Zirvesi’nden Irak’a Uyarı ABD’ye Dolaylı Barış Mesajı Çıktı’, Zaman, 24 Ocak 2003. 
37 ''Komşulardan Son Uyarı'’, Hürriyet, 24 Ocak 2003. 
38 ‘ABD ‘ Barış Zirvesi’nden Memnun’, NTVMSNBC, 25 Ocak 2003. 
39 ‘AB’den İstanbul Deklarasyonu’na Destek’, NTVMSNBC, 24 Ocak 2003. 
40 Salih Boztaş, ''Fischer: Zirveyi Takdirle Karşılıyoruz'’, Zaman, 25 Ocak 2003. 
41 http://www.avsam.org/haftalikanaliz/20-24_01_2003/ 20- 24 Ocak 2003. 
42 Gözen, Amerikan..., s.1. 
43 Davutoğlu, Stratejik..., ss. 452-453. 


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder