11 Şubat 2019 Pazartesi

CUMHURBAŞKANLIĞI KÖŞKÜ'NÜN ELE GEÇİRİLİŞİ – OSMAN KÖKSAL’IN YALPALAMASI,

CUMHURBAŞKANLIĞI KÖŞKÜ'NÜN ELE GEÇİRİLİŞİ – OSMAN KÖKSAL’IN YALPALAMASI,


Yzb. Fethi Gürcan ve Yzb. Nusret Kocabey, köşke vardıklarında bir jandarma taburunun mevzilenerek savunmaya geçmiş olduğunu gördüler. İhtilaldeki görevleri Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nün ele geçirilmesinde Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı’na destek olmak ve Cumhurbaşkanı’nı tevkif etmekti.

Komite üyesi Kurmay Albay Osman Köksal Genelkurmay'daki komiteci arkadaşları tarafından ihtilalde Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nün kolay düşürülmesi için Muhafız Alayı Komutanlığı'na atanmıştı. 27 Mayıs gecesi “yavaştan” alışını, kendi komutasına bağlı olmayan güçlü bir Jandarma Muhafız Taburu’nun köşkü savunuyor olmasına bağlıyacaktı.

Osman Köksal:

“Köşkü, 27 Mayıs’tan önce ve 27 Mayıs günü güçlü bir Jandarma Muhafız Taburu savunuyordu. Bu tabur, garnizonu Ankara içinde bulunan Jandarma Muhafız Alayı’nın bir taburu idi. Tabur başyaver’e bağlı idi. Bütün emirleri ondan alırdı. Benimle ve Muhafız Alayı ile hiçbir ilişiği yoktu.

Jandarma Muhafız Taburu, köşkü, köşk ortada kalmak üzere çepeçevre savunuyordu. Savunması bir araba tekerleğini andırıyordu. Taburun bir bölüğü yaverler dairesi civarında ihtiyatta bulunuyordu.

Muhafız Alayı, bu savunma tekerleğinin dışında bulunuyor ve köşkün bu yakın savunmasına tek bir erle dahi katılmıyordu. Jandarma Muhafız Taburu’nun savunduğu hat, Muhafız Alayı için son savunma hattı idi. Muhafız Alayı, bu savunma hattının ilerisinde çeşitli muharebe şekillerini uygulayarak, köşkü koruyamaz duruma düşerse ancak, bu hatta (Jandarma Taburunun Savunduğu hatta) çekilerek ve bu hatta direnecekti.” 

Kr. Alb. Osman Köksal, kendisinin Muhafız Alayı Komutanı olarak atanmasını sağlayan “kurmay” komiteden Kr. Alb. Sezai Okan ile birlikte Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ı enterne edecek bir plan hazırlamışlardı. Celal Bayar, köşkün savunmasına ilişkin bilgi almak istediğinde, Köksal, ona bu “kurnaz” plan doğrultusunda açıklamalarda bulunuyordu.

“Bayar, sözü bir ihtilal olasılığına getirdi:

- Eğer bir ihtilal olursa, böyle bir ihtimal dahilinde, bir plan hazırladınız mı, Köşk'ü savunmak için?

- Elbette, dedi Köksal. Köşk'ün çevresini çok güçlü bir ihtiyat kuvvetiyle muhafaza altına alacağız. Çevre müdafaasında tatbik edilen sisteme göre, büyük ölçüde ihtiyat kuvveti ayıracağız! Diyelim ki, müdafaadan ümit kesildi; bu takdirde Sayın Cumhurbaşkanı’nı bizzat bölük kumandanının idare edeceği bir tanka bindirmek gereği doğacak. Tehlike bölgesi bu tankla aşıldıktan sonra da, araba ile, ihtilalcilere mukavemet eden birliklerin yanına götürülecek. Tabii bütün bunlar en kötü ihtimallere göre hazırlanmış planlar!…

Köksal, aslında böyle bir planı, ihtilal komitesinden Sezai Okan'la birlikte hazırlamıştı. Bayar'ın bineceği tankın bölük komutanını bile saptamıştı: Yüzbaşı Erek. Ne var ki, Yüzbaşının görevi, Bayar'ı kaçırmak değil, ihtilal karargahına götürüp teslim etmekti.” 

Plana bakın, Cumhurbaşkanını kandırarak ihtilal yapacak “kurmay” Alb. Osman Köksal! Bu tırnak içindeki kurmaylar da bir alem. Ya “ikna” metodunu seçiyorlar, ya da “kandırma”!!! Planın yarısı kendisini kurtarmaya göre tasarlanmış, öbür yarısı da ruhsuz! Kılını kıpırdatmıyor harekete geçmek için.

Yzb. Fethi Gürcan ve Yzb. Nusret Kocabey Köşk'ün dışında, birliklerinin başında Muhafız Alayı'nın harekete geçmesini beklediler. Fakat uzun bir süre beklemelerine ve Ankara'nın çeşitli yerlerinden silah sesleri gelmesine rağmen Muhafız Alayı'nda bir hareket yoktur.

Cumhurbaşkanını kandırarak birine bindirecekleri tanklar bile gelmişti. Kr. Alb. Osman Köksal’ın ortalıklarda dolaşmasına rağmen hiçbir aksiyoner harekette bulunmadığını gören ihtilalci tank birliğinin komutanı ihanete uğradıklarını söyleyerek Çankaya Köşkü’nden hızla uzaklaşır. 

Tank Birliği Komutanı’nın “ihanete uğradık” diyerek kaçması üzerine, kendi komutanlarını hapsetmiş ve yoldaki polisleri toplamış olan iki Sv.yüzbaşısı kaybedecek bir şeyleri olmadığını konuşarak köşke girmeye karar verirler.

Nusret Kocabey:

“Biz orada Osman Köksal’ın da bizden yana olduğunu ve köşke girerken herhangi bir müdahaleyle karşı karşıya kalmayacağımızı zannediyorduk. Osman Köksal'ın bize, başta, birlikte olduğunu, Muhafız Alayı'na çıktığımız zaman, Muhafız Alayı’nın bütün bireylerinin, neferinden komutanına kadar olaydan haberdar edilmiş olacaklarını bir savunma durumuyla karşılaşmayacağımızı anlatmışlardı; bizi inandırmışlardı.

Köşkün önüne geldiğimiz zaman Fethi de ben de neferlerin birliklerin küçük komutanların böyle bir konumdan haberdar olmadıklarını gördük, bize herhangi bir şekilde yardımcı olmayacaklarını anladık. Osman Köksal'ın birlik içerisinde dolaştığını fakat, bizim geldiğimizi gördüğünü, bizim büyük bir azimle yaklaştığımızı gördüğü halde birliğine bir şey söylemediğini gördük.

Durmuş Çınar isminde bir yüzbaşı, tank birliğiyle gelmişti. O, işte bir yanlışlık bir ihanet var düşüncesiyle incelemek üzere aşağılarda şehre doğru bir yerlere hareket etti. 

Bu bizde çok olumsuz bir tepki ve ani kararlar almamıza dönük sonuçlar verdi tabi. Belki biraz daha bekleyecektik. Fakat Fethi'yle ikimiz onun da o halini görünce, yani Fethi'yle hareketi başlatmak zorunda kaldık. Aslında belki de Osman Köksal da çok yakını olduğu Devlet Reisi’nin önünde açıkçasına böyle bir olayı başlatamama sıkıntısı içerisindeydi. Dolaylı olarak bizi desteklemiş olması ihtimali çok büyük. Onu kabul etmek zorundayız. O zaman Fethi Gürcan'la ben, artık ok yaydan çıktı düşüncesiyle zorla köşke girdik.

Biz ilerledikçe asker çaresizlik içerisinde yani Muhafız Alayı birlikleri çaresizlik içerisinde, şaşkınlık içerisinde ya kenara çekiliyor ya gerilemek suretiyle önümüzü açıyorlar. Fethi Gürcan’ın bana nazaran yüksek olan bir yerde bazı Muhafız Alayı Birliği mensuplarına darp yaptığını eliyle yumruğuyla müdahale ettiğini gördüm. 

Muhafız Alayı yakın korumaya daha elverişli silahlarla ve eğitimle mücehhezdi (hazırlanmıştı). Sonra neferlerin subay ve astsubayların Devlet Reisi’ne bağlı olduklarını zannediyorum. Yani bizle bir işbirliğine girdiklerini de zannetmiyorum. Çünkü karşılaştığımız olaylarda saniye farkı meselesiydi. Bize silah çekmeleri veya üzerimize saldırmaları. Bizim ufak bir hareketimiz bir kaçamak hareketimiz veya aşırı bir dengesizliğimiz hemen olayı aleyhimize çevirecek.

Fethi Gürcan, tek, yani bu konuda kellesini koltuğa alan işte Fethi Gürcan’la bendik. Fethi Gürcan da ben de başka türlü eğitilmiştim. Bu olayda faydalı olur diye birliğimin yarı kadarını motorlu vasıtalara çevirmişlerdi… havan topları getirmişlerdi. Fethi Gürcan da karargah bölüğünde. Benim birliğin ateş gücü çok fazlaydı. Erler ona göre eğitilmişti. Sırf bunun için altı aydır, bir senedir ben erleri böyle bir olaya şartlandırıyordum. Hazırlanıyordum. 

Fakat Fethi Gürcan'ın birliği takımlar halindeydi, yani muhabere takımı, istihkam takımı, hizmet takımı gibi daha çok hizmet erlerinin, sanatçıların filan olduğu kesimdeki adamları aldı. Fethi onlarla çok iyi eğitilmiş bir muhafız alayının içerisine girdi. Fethi Gürcan'ın işi bana nazaran daha zordu ve zaten Muhafız Alayı’nın etrafında sayısal olarak koyduğum adam az fakat kalitesi yüksekti. Ama Fethi Gürcan'ın ihtiyacı sayısal olarak Muhafız Alayı’nın önünde daha fazlaydı.” 


Süvari Başçavuş Hayri:

“Yzb. Fethi Gürcan koşarak havan birliğinin başında bulunan Yzb. Nusret Kocabey’in yanına gitti konuştular. Yzb. Fethi Gürcan tekrar koşarak yanımıza geldi. Bölüğü avcı zincirine soktu. Bölüğü Menderes’in köşkünü üç sıra halinde muhafaza altına almış Jandarma Bölüğü’nün üzerine doğru ilerletti. Aradaki mesafe yirmi beş metreye indiği sırada ismini bilmediğim bir jandarma üsteğmeni elleri kalçasında:

“Yüzbaşım yaklaşmayın” dedi. Bu sırada ben de Yzb. Fethi Gürcan’ın hemen yanındaydım.. Üsteğmen’in bu ikazı üzerine, Yüzbaşı bana baktı; ben durumu anlamıştım. Bölüğümüzün sağımda bulunan erlerini işaretle soldaki tümseğin altına aldım.

Yzb. Fethi Gürcan:

“Üsteğmenim vaziyeti görüyorsun. Erlerini topla ve buradan çek kan dökülmesin.” dedi

Jandarma Üsteğmeni:

“Ben kumandanımdan emir almadım emniyet tertibatını bozamam.” dedi.

Jandarma Üsteğmeni benim, Yzb. Fethi’nin ve Tğm. Muzaffer’in arasında kaldı.. Üsteğmen bütün rica ve ikazlara rağmen müşkülat çıkarmaya devam edince Yzb. Fethi Gürcan evvela elindeki tabancası ile Üsteğmen’in ensesiyle omuzu arasına vurdu sonrada kasıklarına doğru tekme attı.

Bu sırada Teğmen Muzaffer: “Müsaade eder misiniz üsteğmenim.” dedi ve üsteğmenin tabancasını aldı. Bu sırada bazı jandarma erleri makineli tabancalarını atış vaziyetine getirdiler.

Üsteğmen bağırıyordu:

“ Beni erlerimin karşısında tekmeleyeceğinize çekip vursanız daha iyi edersiniz.”

Yzb. Fethi Gürcan:

“Erlerine söyle silahlarını indirsinler, göstereceğim yere gelsinler yoksa namussuzum vururum.” dedi ve elindeki tabancanın ateşleme çekicini kaldırdı. Tğm. Muzaffer’le beraber jandarma üsteğmeni aralarında olduğu halde uzaklaşırken jandarma erlerine “Toplanın” diye bağırdı. Ve bana “Hayri sen işi hallet” dedi. 

Jandarma erleri arasında bir kaynaşma oldu ve toplanmaya başladılar.

Bir Jandarma çavuşu:

“Başçavuşum durumu taktir ediyorum. Emredin. Nereye gidelim ?” dedi

“Yürüyüş kolunda beni takip edin” dedim ve sol ilerimde bulunan çimenlik sahaya ilerlemeye başladık.

Bölüğümüzün eratı da jandarmaları takip ediyordu. Biraz ilerimde yanağından yaralı Kurmay Albay; Yzb. Fethi Gürcan, Tğm. Muzaffer ve Jandarma Üsteğmeni münakaşa ediyorlardı. Biraz sonra Yüzbaşımla Jandarma Üsteğmeni kucaklaşıp öpüştüler ve Jandarma Üsteğmeni’nin tabancası iade edildi. Birkaç metre sağda Başçavuş Nihat Bingöl bir kısım jandarma erlerine tüfek çattırmış ve eratı tüfek çatısının uzağında bir yere almıştı..

Ben de Jandarma bölüğüne tüfek çattırdım. Ve eratı tüfek çatısının uzağında bir yere aldım. Bölüğümden bir mangayı tüfek çatısının muhafazası ve bölgenin emniyeti için bıraktıktan sonra kalan erlerle Yzb. Fethi Gürcan’ı takip ettim. Köşkün kapısına geldiğimiz sırada Celal Bayar’ı merdivenlerden indiriyorlardı.” 

FETHİ GÜRCAN – NUSRET KOCABEY – BURHANETTİN ULUÇ

Artık, açılan yoldan ihtilalcilerden bazıları da birer ikişer geçmeye başlamışlardı. Bunlardan biri de 21 Mayıs Harp Okulu yürüyüşüne sonradan katılıp başında yürüyen Veteriner General Burhanettin Uluç idi. Yanına bir kaç harp okulu öğrencisini almış olan Uluç Paşa, kavga dövüş temizlenen yolda ilerliyordu.

Nusret Kocabey:

“Ben de devlet reisinin bulunduğu binaya girdim. O sırada Burhanettin Uluç isminde bir generalin iki harbiyeliyle beraber bize yaklaştığını gördüm. 

Biz ilerledikçe o da arkadan birkaç Harbiyeliyle beraber arkamızdan geliyordu. Birden içeri girdik. Biz içeri girince, Devlet Reisi’ni alınca o da arkamız sıra yetişti yani; yoksa Burhanettin Uluç bir takım harbiyeliyle önden gidiyordu, biz birlik olarak arkasından gidiyorduk şeklinde değildi.

O sonradan geldi. Zaten girmiştik içeriye, ilerliyorduk. O da arkadan geldi, Eee, baktık, bir paşa. Elbette bizden yaşlı, daha tecrübeli, saygımız var. O da bizden yana olduğuna göre tanımadığım halde ona söz hakkını bırakmıştım. Kendisi benden yüksek rütbeli olduğu için söz hakkını ona verdim. O da Devlet Reisi’nin bulunduğu odaya girdi Konuşmaları o yaptı.

Devlet Reisi çıktı. Evlatlığı sandığım bir hanım kız vardı yanında. Yanında emir subayı vardı. Bir iki nefer vardı orada. Ben makineli tabancamı belime dayadım. Burhanettin Uluç'a, işte bir konuşmayla kendisini teslim almasını talep ettim. 

Burhanettin Paşa da, işte artık milli iradeyi kendilerinin temsil ettiğini artık askeri yönetimin idareye el koyacağını ifade ediyordu. Devlet Reisi olan Celal Bayar: ‘Ben milli iradeyle geldim gene milli iradeyle buradan çıkışımı sağlayabilirsiniz’ şeklinde devamlı olarak direniyordu. Güçlü bir insandı. Yani burada telaş yüklü olmak yerine mücadelenin ilk adımını atarcasına bir direnişi vardı.

Konuşma uzayınca ben makineli tabancamla belinden itmek zorunda kaldım. Darp yapmak zorunda kaldım. O da, birden bire çok küçük bir tabancayı kolunun yeninden çıkardı. Alnına doğru götürdü, Celal Bayar. Demek ki herhalde kaba kuvvet kullanacak bana, daha da kötü durum olacak düşüncesiyle tabancasını çekip intihara o zaman teşebbüs etti. Ben elinden bir yere sarıldım. Yere beraber yuvarlandık. Yere düştük. Tabancasını aldım elinden. Sonra mukavemeti kırıldı devlet reisinin. 

Muhafız Alayı da zaten daha doğrusu, benim Devlet Reisi’nin bulunduğu yere girdiğim zaman, çevremdeki neferler karşı koyuyorlardı. Yani her an bir şey patlamak üzereydi. Yani kimse bana, “buyur Celal Bayar’ın yanına git al” demedi.

En basit orada bir garson biçiminde ve yahut ta ne bileyim ben, bahçede çiçekleri toplamak üzere görevlendirilmiş nefer bile karşı koyuyordu. O yüzden herhalde Devlet Reisi’ni almasaydık kısa bir sürede askeri müdahalecileri bertaraf edeceklerini tahmin ediyorum... Kesinlikle inanıyorum.”

Üst. Muzaffer Güney:

“27 Mayıs gecesi köşke geldiğimizde iki grup halindeydik. Biz jandarma taburunun mevzilendiği yerdeydik. Nusret Kocabey öbür grubun başındaydı. Ben Fethi Gürcan Yüzbaşı’mla beraberdim ve başka subay yoktu. Bizim birlik muharip değildi, hizmet sınıfından oluşuyordu. 

Orada Harp Okulu’nda topçuluk hocamız olan Bnb. Abdullah Tardu’yu bir duvarın üzerinde otururken gördüm. Yanına gittim ve selam vererek burada tek başına ne yaptığını sordum. “Baktım bazı birlikler buraya geliyor, ben de geldim“ dedi. 

Bir süre bekledik. Muhafız Alayı Komutanı Osman Köksal oralarda dolaşıyordu ama bir şey yaptığı yoktu. Fethi Gürcan ve Nusret Kocabey iki koldan köşke girmeye karar verdiler. 

İlk önce bizim birlik Fethi Gürcan en önde jandarma taburunu yararak ilerlemeye başladık. Fethi Gürcan’ın kararlılığı yüzüne ve bakışlarına o kadar yansımıştı ki jandarmalardan hiçbiri engel olmaya çalışmıyor, aksine ağır ağır geri çekiliyorlardı.

Muhafız Alayından bir astsubay Fethi Gürcan’ın önüne geçip engellemeye çalıştı. Fethi Gürcan onu hızla itekleyip geçti. Ardından bir er önüne çıktı. Bu sefer Fethi Gürcan onu da bağırarak kovaladı. 

Sonra ben muhafız alayı komutan muavini bir albayın tabancasını aldım. 

Süvari Astsubay Münip Tepeci, Albay Köksal’ın silahını almak istedi. Alb. Osman Köksal, kendisinin de ihtilalcilerden olduğunu zorlukla açıklayabildi

Biz bu işleri yaparken Nusret Kocabey de öbür taraftan girip Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ı derdest etmişti." 

Bu sırada “Kurmay” Karargaha Cumhurbaşkanlığı Köşkü ile ilgili haberler geliyordu.

Emin Aytekin:

“..Tank bölüğü kumandanı heyecanla gelip Madanoğlu’na köşkün mukavemet ettiğini, teslim olmadıklarını ve Osman Köksal’ın da birlikleriyle bize iltihak etmesinin mümkün olmadığını mutlaka oraya bir kuvvet gönderilmesi icap ettiğini söyledi.

...Ve ben o esnada Madanoğlu’na bir piyade taburu ve bir bir tank bölüğünü emrime vermesini, köşke gidip köşkün düşürülmesi ameliyesini gerçekleştireceğimi söyledim. O da muvafakat etti. Aşağı indiğim zaman Sami Küçük’ü gördüm. Onu da yanıma aldım. ...Yolun ilerisinde ve yaverler dairesi civarında bir süvari grubu gördüm. Fakat görünen sadece atlardı. Erlerin ve subayların nerede olduğu belli değildi.” 

Süvari erleri ve subayları neredeydiler??? 
İhtilal’in başarısı üzerine Emin Aytekin'le seneler süren “Köşkü kim teslim aldı?” tartışması yapan Osman Köksal, Emin Aytekin'in yazdıklarını çürütmek isterken, farkında olmadan bizi daha fazla gerçeğe yaklaştıran açıklamalar yapar.

Osman Köksal:

“..Yaverler dairesi köşkün 70 – 80 metre sağ (Köşkün önünden geçen caddeye göre) bir binadır.

.. Jandarma Muhafız Taburu’nda tek bir at dahi yoktur. Olsa idi bile atlar, savunma mevziinin odak noktasında bulunmazdı....

Muhafız Alayında aşağı yukarı 700 – 800 atı bulunan, 150 – 200 atlı süvari bölüğü vardı. Bunlar da Jandarma Taburunun savunması dışında idi." 

Oysa, köşke dışarıdan gelen 43. Süvari Alayı’na bağlı Süvari Grubu savunma mevziinin odak noktasını delerek köşke girmişti. İlk Kurşun hedefine varmıştı, hem de 12'den vurarak.


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder