21 Şubat 2019 Perşembe

TERÖR, TERÖRİZM, ULUSLARARASI TERÖR VE TÜRKİYE'DEKİ DURUM. BÖLÜM 6

TERÖR, TERÖRİZM, ULUSLARARASI TERÖR VE TÜRKİYE'DEKİ DURUM. BÖLÜM 6



XI- DOĞU VE GÜNEYDOĞU BÖLGESİNDE BÖLÜCÜ HAREKETLERE TESİR EDEN UNSURLAR VE BÖLGE HALKININ YAKLAŞIMI 

1. Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da Bölücü Hareketlere Tesir Eden Unsurlar 

Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde son yıllarda süregelen bölücü terör 
olaylarını genel olarak değerlendirdiğimizde, olaylara tesir eden pek çok etkenin bulunduğu görülmektedir. 
Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da bölücü terör olaylarına tesir eden unsurları genel olarak herhangi bir sınıflamaya tabi tutmaksızın, en önemlilerini aşağıdaki başlıklar altında sıralamak mümkündür. 

a) Bölgedeki Etnik Yapının Rolü 

Bilindiği gibi, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde yaşayan insanlarımızın büyük çoğunluğu Kürtçe konuşan ve kendilerini Kürt olarak kabul eden kitleden oluşmaktadır. 
Gerek Kürtçe dil konusu gerekse kendilerini Kürt kabul etme anlayışı, çok eskilerden bu yana bu bölge için bölücülük konusunda bir etken olmuştur. Amaçlarına ulaşabilmek bakımından bazı çevreler, Cumhuriyetin ilanından itibaren sürekli olarak Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun çoğunlukla Kürtler yaşadığı için geri bıraktınldığı, Kürtler üzerinde baskı ve sömürü olduğu, Kürtlere yönelik bölgedeki insan hakları ihlallerinin kasıtlı olarak sürdürüldüğü propagandasını yaparak, bölge halkının bölücülüğe destek vermesini sağlamaya 
çalışmışlardır. 

b) Bölgenin Coğrafi Yapısı 

Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri, Harran ve kısmen de İğdır ovalan hariç, geri kalan bölümleri arazi yapısı bakımından oldukça yüksek engebeli ve iklim bakımından da çok serttir, özellikle kışın kar, tipi, fırtına ve çığ nedeniyle yollar uzun süre kapalı kalmaktadır. 
Bölgenin bu arazi yapısı ve sert iklimi yüzünden Devlet tarafından yapılan her türlü yatırım bir yandan daha pahalıya mal olurken, bir yanda da zaman almaktadır, öte yandan, bu şartlar nedeniyle bölge yıllardan bu yana için de cazip bir yatırım sahası olarak görülmemiştir. Bu bölgenin kendi içinden çıkmış, zenginleri de ne yazık ki, sermaye ve yatırımlarını batıya götürmüşlerdir. Dolayısıyla bölge halkının en temel ihtiyaçlarının giderilmesinde, ekonomik ve sosyo-kültürel ihtiyaçlarının karşılanmasında bütün yük olanca ağırlığıyla devletin omuzlarında kalmıştır. 

Son yıllarda, terörün kontrol altına alınmasına paralel olarak bölgede büyük yatırımlar yapılmaya başlanmışsa da, daha önceki yıllarda bir yandan yukarıda belirtilen coğrafi durum ve iklimin yol açtığı olumsuz doğa koşullan, diğer yandan bölücü terör örgütünün bölge halkının huzur, refah ve mutluluğuna katkı sağlayacak her türlü atılımı baltalamaya, tahrip etmeye yönelik girişimleri yüzünden yeterli düzeyde yatınm yapılamamıştır. 
Şüphesiz devletin ülkemizde çözmek durumunda olduğu başka sorunlar da 
bulunmaktadır. Ancak, Devlet üniter sınırlan içinde tüm vatandaşlarını kucaklamak durumundadır. Devletin tüm iyi niyetli gayreti ve bölgeyi kalkındırma çabalarına rağmen bölgeye yönelik alınan ve alınmakta olan tedbirler ve ortaya konan çareler her ülkede olduğu gibi bazı çevreleri tatmin etmeye yetmemektedir. İşte bu durumda bazı çevreler derhal harekete geçerek yaraları kanatmaya, acılan istismar etmeye, hele mahalli yöneticilerin 
sorunlara yaklaşımlanndaki yetersizlikleri de söz konusu olunca bölücülük tohumlarım ekmeye ve körüklemeye çalışırlar. Oysa, 21. yüzyıla girilmekte olduğu şu günlerde bile başta ABD ve italya gibi gelişmiş ülkeler olmak üzere dünyanın bir çok ülkesinde bölgeler arası büyük gelişmişlik farklılıkları bulunmaktadır. 

c) Bölgesel Gelişme Farkı Ve Bölgede Yaşanan Ekonomik Sıkıntılar 

Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinin ekonomik yönden az gelişmişliği ve alt yapı hizmetlerindeki yetersizlikler eskiden beri bazı çevrelerce çok sık olarak gündeme getirilen ve istismar edilen önemli bir konu olmuştur. 
Bilindiği gibi, Ülkemizde bölgelerarası gelişmişlik farkı konusu, yıllardan beri 
kamuoyunun gündeminde olup, geri kalmış bölgelere yönelik kalkındırma çabalan Cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana izlenen değişik politikalarla giderilmeye çalışılmaktadır. 
Ancak uygulanan bölgesel kalkınma amaçlı politikalara ve harcanan çabalara rağmen, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinin Ülkemizin gelişmiş bölgeleriyle olan entegrasyonu tam olarak gerçekleştirilememiştir. Bölgelerarası dengesizlik özellikle son on yılda biraz daha artmıştır. Bunda şüphesiz bölgedeki terör eylemlerinin çok büyük payı vardır. 
Aslında, bölgedeki alt yapı noksanlıkları son yıllarda teröre rağmen yapılan 
çalışmalarla bir ölçüde giderilmiştir. Bölgenin ekonomik refahını yükseltici fert başına düşen milli gelir payım arttıracak kamu yatırımları, başta GAP olmak üzere hızla tamamlanmaya çalışılmaktadır. Bölgenin coğrafi ve sosyal yapısından kaynaklanan noksanlıkların giderilmesi belli bir süre alacaktır. 
Ancak unutulmamalıdır ki, devletine ve milletine bağlı bir kitlenin yol, su, elektrik gibi alt yapı yetersizliklerini bahane ederek bölücülük duygularına sahip olması hiç bir zaman kabul edilemez, öyle ki, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde bulunan yerleşim birimlerinden daha geri durumda olan yerleşim merkezlerinin Anadolu'nun diğer yörelerinde de çok sayıda bulunduğu gözardı edilmemelidir. 
Ancak gerek bölgenin geri kalmışlığı, gerekse günümüzde bölgede yaşanan ekonomik sıkıntılar bölücü çevrelerce devamlı istismar edilmektedir. Bu istismar ortamının yok edilmesi ile bölücü çevrelerin yıllardan beri kullandıkları bu propaganda silahı ellerinden alınmış olacaktır, özellikle belirtilmelidir ki, bazı çevrelerce iddia edildiği gibi bölgeye kasıtlı biçimde hizmet götürülmediği iddiaları gerçeği yansıtmamaktadır. 
Nitekim, Türkiye'nin Doğu bölgeleriyle Batı bölgeleri arasındaki gelişmişlik farkını kapatmak amacını taşıyan, Dünyanın üçüncü büyük baraj ve sulama sistemim içeren Güneydoğu Anadolu Projesinin, etnik ayrılıkçılığın önüne geçmek gibi herhangi bir kaygı taşımaksızın, bölücü terör örgütü PKK'nın ortaya çıkmasından çok önce 1965 yılında uygulamaya konulduğu da unutulmamalıdır. 
Esasında kalkınmanın bir bölge sorunu olmayıp top yekûn bir ülke sorunu olduğu da diğer bir gerçektir. 

d) Sosyo-Psikolojik Faktörler 

Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimizde meydana gelen terör olaylarını ve bölge halkının bu konudaki tutumunu değerlendirirken, yıllardan beri çeşitli nedenlerle yerleşmiş, örf ve adet haline gelmiş toplumsal alışkanlıkları ve bunları yaratan ortamı da gözden uzak tutmamak gerekir. Bölgenin coğrafi, sosyal ve dini yapısı bölge halkını daima bir otoritenin yanında ve onun himayesinde yaşamaya zorlamış ve bu yaşama biçimi de günümüze kadar devam etmiştir. 
Yerine ve zamanına göre değişmekle birlikte bu otoriteler bölgede karşımıza büyük toprak sahibi, aşiret reisi, karakol komutanı vb. gibi adlar altında çıkmaktadır. Kırsal kesimde yaşayan insanlarımız bulunduğu dağlık kesimlerde maddi ve manevi yönden şüphesiz huzur içinde olmak, tarım yapabilecek arazi bulmak, kısacası aile fertleri ile birlikte hayatlarını idame ettirmek için bu otoritelerle iyi geçinmek, bunların yanında olmak, himayelerinde bulunmak zorunluluğunu duymuşlardır. Bu durum insanların uzun süre maddi baskılar altında yaşamaları sonucunu doğurmuş ve toplum her an için bu otoritelerden kurtularak patlamaya hazır hale gelmiştir. 
Çeşitli nedenlerle bölgede toprak rejiminin değişmesi, aşiret bağlarının büyük ölçüde azalması, kısacası bu güçlerin etkilerinin giderek azalması ile yıllarca süren baskı sona ermiş ve bu otoritelere karşı tepkiye dayalı davranışlar son yıllarda daha da artmıştır. Bu otoriteler ile birlikte tepki, bunun arkasında olduğu varsayılan devlet ve güvenlik güçlerine yönelmektedir. Zira, uzun yıllar bölge halkı bu otoritelerin devletle yan yana, kol kola olduğunu, diğer bir tabirle bu yöresel güçlerin devletten güç ve destek aldıklarını görmüş ve inanmıştır. Son yıllarda bölgede yaşanan ekonomik sıkıntıların giderek artmasının yanında, 
köylerden büyük şehirlere doğru olan göç ile görsel ve yazılı basının yol açtığı hızlı iletişim ve etkileşiminde bu tepkileri hızlandırdığı söylenebilir. Ayrıca, bu gelişmelerde bölgede tüm bu otoritelere karşı tepkiyi yoğunlaştırarak düzeni tamamen değiştirmeyi amaçlayan toplumsal, ideolojik yaklaşım ve propagandaların da rolü unutulmamalıdır. 
tşte bölge halkında diğer otoriteler ile birlikte devlet otoritesine karşı kolayca gelişen tepkinin kaynağında, yıllarca çeşitli nedenlerle devam eden bu sosyo-psikolojik etkenlerin rolü bulunmaktadır. 

e) Yazılı Ve Görsel Basının Tutumu 

Dünyadaki diğer benzerlerinde olduğu gibi bölücü terör örgütü PKK(KONGRAGEL)'da sesini duyurmak, kendi lehlerinde propaganda yaptırmak, devlet güçleri ile kendilerini desteklemeyen halk kesimlerini kötülemek, karalamak, baskı altına almak ve yıldırmak için her konuyu istismar ederek yazılı ve görsel basından faydalanma yolunu seçmektedir. 
Gerek terör ve bölücülük maksadını taşıyan özel yayınlar, gerekse bu amacı 
taşımamakla birlikte sırf rating uğruna bilinçsizce kaleme alınan haber, yazı ve yayınlanan programlar, bölgede bölücülük anlayışının yaygınlaşmasına hizmet etmekte ve özellikle de genç kuşağı etkisi altına almaktadır. 
Bunu önlemenin yolu, kamuoyunun gelişmeler konusunda doğru, etkin ve süratli bir şekilde aydınlatılmasıdır. 

f) Türkiye'nin Jeopolitik Ve Jeostratejik Yapısı 

Türkiye geçmişte olduğu gibi günümüzde de üzerinde ve yakın çevresinde dünya güç dengesini etkileyecek tarzda, sürekli ve çok yönlü çıkar ve güç çatışmalarına sahne olan hassas bir coğrafi konuma sahip bulunmaktadır. 
Bu konumu ile Türkiye; Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarının düğüm noktası olarak 
nitelendirilen Akdeniz ve Ortadoğu'nun doğu-batı ve kuzey-güney asli mihverleri üzerinde bir köprü durumundadır. 

Öte yandan, bilindiği üzere Ortadoğu'nun coğrafi sınırlan Kuzeyde Türkiye'den 
başlamakta ve Libya'ya kadar olan geniş bir bölgeyi kapsamaktadır. Dünya tarihinde önemli siyasi rol oynamış bir coğrafî bölge olan Ortadoğu, son iki dünya savaşında da, elinde bulunduran tarafa zaferi kazandıran, dünyanın en zengin ve en ucuz üretilen petrol kaynaklarına sahiptir. Dünya petrol üretiminin % 30'u Ortadoğu Ülkelerinde üretilmektedir. 
Rezerv bakımından Ortadoğu petrolü dünya rezervinin % 62.7 sine sahiptir. Batılı ülkeler petrol ihtiyaçlarının % 50 sini, Avusturalya, Japonya ve Yeni Zelanda gibi ülkeler ise % 70- 80'nini bu bölgeden karşılamaktadır.( Prof. Dr. Abdülhaluk M. ÇAY, Her Yönüyle Kürt Dünyası Boğaziçi timi Araştırmalar Serisi: 15 Sh. 488) Ayrıca, SSCB'nın dağılmasından sonra bölgede ortaya çıkan yeni Türk Devletlerinin, bölgenin zengin doğal kaynaklarına ve henüz tamamen paylaşılmamış geniş bir "tüketim pazan"na sahip olması da bölgeyle tarihi ve kan bağları bulunan ülkemiz için bu pazara girmek isteyenlerce hesaba katılması gereken diğer bir unsur olarak görülmesine neden olmuştur. 

Boğazların önemini ise vurgulamaya bile gerek yoktur. Boğazların kapatılması 
halinde Bulgaristan ve Romanya gibi ülkeler bir kıta içi devlet konumuna düşeceklerdir, özellikle Rusya'nın Ortadoğu ve Afrika ülkeleri ile çok yönlü ticari ve ekonomik ilişkilerinin tümü boğazlarımıza bağımlıdır. Ruslar'ın Akdeniz'de varlıklarını sürdürebilmeleri ancak Karadeniz'den yapılacak lojistik destekle mümkündür. öte yandan, ülkemizin Ortadoğu'da jeopolitik önemini artıran etkenlerden biri de; büyük nüfus potansiyeli ve her alanda yetişmiş insan gücüne sahip olmasının yanında Güneydoğu Anadolu Projesi gibi birçok ülkenin gıpta ile baktığı büyük bir yatırım hamlesinin tüm olumsuzluklara karşın hedeflendiği biçimde devam etmesidir. Bilindiği üzere GAP, yakın tarihimizin en görkemli projesidir. Hidroelektrik santralleri, barajlar ve sulama tesislerinin yanı sıra ulaşım ve iletişim alanlarında her çeşit altyapının inşasını ve tarımsal tesisler ile eğitim ve sağlık alanlarındaki hizmetleri de kapsayan çok yönlü ve aynı zamanda entegre bir kalkınma projesidir. 
Adım adım gerçekleşmekte olan bu proje Türk Milletinin kabiliyetini bütün dünyaya kanıtlamıştır. GAP; Türk mühendisliğinin, Türk teknisyenliğinin ve işçiliğinin yanı sıra milletimizin azminin de göstergesi olmuştur. GAP bütün kademeleri ile Türk Milletinin ve gücünü milletinden alan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin gurur şaheseridir. GAP'ın tamamlanması ile birlikte sadece enerji ve tarım sektörlerinde değil sanayi ve hizmet sektörlerinde de son derece önemli atılımlar gerçekleşecektir. 
Şüphesiz bugün Ortadoğu'nun en istikrarlı, en güçlü ve en büyük ülkesi durumunda olan Türkiye, GAP ile birlikte daha da güçlenecek ve bölgedeki etkinliği daha da artacaktır. 
GAP gerçeği Ortadoğu pazarını ellerinden kaçırmak istemeyen ülkelerin gelecekte Türkiye'nin rekabetinden endişe duymalarına da neden olmaktadır. Pek çok ülkenin GAP Projesine soğuk bakmasının altındaki asıl gerçek budur. 
Bütün bu özellikler, ülkemize dünya güç merkezleri için mutlak kontrol ve elde 
bulundurulması gerekli bir hedef olma niteliğini kazandırmaktadır. 
Ülkemiz, sahip olduğu bu jeopolitik ve jeostratejik değeri nedeniyle sürekli tehdide maruz bulunmaktadır. Bu tehdidi oluşturan veya oluşturacak olan güçler, hedeflerine ulaşmak için her türlü yolu denemektedirler. 
Türkiye üzerinde milli menfaat ve hedeflerine uygun ihtirasları olan büyük devletler, dünya ve bölgesel politik, ekonomik, sosyal ve kültürel koşullan da hesaba katan bir politik strateji izlemektedirler. Bu devletlerin politika ve stratejileri gereği, duruma göre tek başlarına ya da dahil oldukları siyasi ittifak çerçevesinde zaman zaman yanımızda, ama daha çok da karşımızda oldukları görülmektedir. 

g) Bazı Ülkelerin Bölücü Teröre Yaklaşımları 

Ülkemizin Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yaşanmakta olan bölücülük hareketlerinin gelişmesinde ve desteklenmesinde bir çok ülke zaman zaman değişik roller üstlenmişlerdir. Bazı ülkeler bölücü terör örgütü PKK'yı eleman, silah, para vb. gibi araçlarla doğrudan destekleyerek bölgede masum insanları katletmekten çekinmeyen teröristleri demokrasi ve insan hakları kisvesi altında korumaya çalışırken, diğer bir grup ülke de terörist gruplara eleman, silah, para, kamp yeri vererek, kendilerini ülkelerinde barındırarak ve hatta çeşitli 
şekillerde himaye etmek suretiyle bölgemizde bu olayın yaratılmasında ve devamında aktif bir rol, oynamışlardır. 

İçinde bulunduğumuz dönemde bölgemizdeki terörü alkışlayan, sanıklarını demokrasi ve insan haklan savunuculanymış gibi gören ülkelerin tutumları yavaş yavaş değişmekle beraber, geçmişte yasalara saygılı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları bu ülkelere girerken vize vb. pek çok engel ile karşılaştığı halde, ülkemizde suç işleyerek kaçan teröristler buralarda pasaportsuz, vizesiz yıllarca kalmış, izinsiz çalışmış ve yetkili makamların taleplerine rağmen bu suçlular ülkemize iade edilmemişlerdir. Bu ülkelerdeki terörist gruplar ülkemiz aleyhinde 
istedikleri şekilde faaliyet göstermişler, toplu eylemler yaparak baskı ve zorla haraç toplamak suretiyle ülkemizdeki bölücü terörü maddi ve manevi yönden destekleme çalışmalarını sürdürmüşlerdir. 

Son zamanlarda ise, yine ülkemizdeki bölücü terörü demokrasi haklan savunucusu olarak görmeye devam eden bazı ülkeler bulunmakla beraber geçmişte bölücü teröre maddi ve manevi destek veren bazı ülkeler de terör örgütünün gerçek yüzünü gördüklerinden bu desteklerini çekmişlerdir. 
Aslında herkesçe bilindiği gibi, ülkemizdeki teröre ve bölücülük olaylarına doğrudan veya dolaylı destek veren ülkelerin bu tutumları onların demokrasi ve insan haklarına duyduktan . ilgi ve saygıdan ileri gelmemekte, kendilerinin ulusal çıkarlarından kaynaklanmaktadır. 
Burada yaklaşımlan ile tarihsel süreç içinde ülkemizdeki bölücü teröre doğrudan veya dolaylı olarak destek verdiği değerlendirilen ülkelerden sadece birkaçı üzerinde durulmakla yetinilecektir. 

h) Türk Cumhuriyetleri Faktörü 

Doğu Bloku'nun ortadan kalkması, Kafkaslar ve İç Asya'da Türkiye Cumhuriyeti ile kan, din ve ortak kültür bağlan olan yeni devletlerin ortaya çıkması, bölge ve bu bölgelerdeki petrol, doğalgaz, madenler ve her türlü mal satışına müsait büyük pazarların bulunması dikkatleri Türkiye üzerine çevirmiştir. Çünkü Doğu Bloku'nun dağılmasıyla Jeopolitik ve Jeostratejik açıdan çok önemli bir konumda bulunan Ortadoğu'ya aynı derecede önem kazanan Kafkasya ve İç Asya da eklenerek ekonomik anlamda pasta büyümüştür. Bu pastanın büyümesiyle birlikte, büyüyen pastadan daha büyük paylar koparma mücadelesinin başlaması kaçınılmaz olmuştur. Bu mücadelede Türkiye'nin, büyük devletlerce pasta olarak algılanan bu bölgenin hemen yanında olması nedeniyle güçlü bir konuma gelmesi, pastadan pay koparma ve payı sürekli kılma mücadelesindeki devletlerde kendisiyle birlikte ırkdaş ve dindaşlan lehine de önemli zorluklar çıkarabileceği endişesini yaratmıştır. Bu açıdan da Türkiye hedef noktasına doğru kaydırılmıştır. 

Türkiye, bu genişleyen bölgede yani Ortadoğu, Kafkasya ve İç Asya ekseninde 
misyonu gereği yön verici, destekleyici ve birikimlerini kardeşlik duygularını da ön planda tutarak aktarıcı tutumuyla özellikle bölge halkları nezdinde olumlu yankılar uyandırmaya devam etmektedir. Bu tutum ise, bölgede sadece menfaate dayalı politikalar uygulayan devletleri ürkütmekte, onların ülkemiz ile Türk Cumhuriyetleri arasındaki çok yönlü gelişmeleri, Osmanlı'nın yeniden dirilişi olarak algılamalarına yol açmaktadır. 
Ortadoğu'dan Kafkaslar ve İç Asya'ya hatta Çin'e kadar bir çok devletin ilgi alanı 
olarak genişleme eğilimi gösteren bölge sadece petrol, doğalgaz, diğer madenler bulunduğu için değil, aynı zamanda pazar olarak da büyük önem taşımaktadır. 
Türkiye'nin bu bölgede özellikle Türk Cumhuriyetlerine karşı politik, ekonomik, 
kültürel ve askeri yaklaşımları ve bunları özel anlaşmalarla geliştirme yönündeki bilinçli tavrı ve bölgede dengeleri değiştirebileceği korkusu, ilgili ülkelerin Türkiye'ye bu açıdan da bakmaları ve bilinen politikalarını gözden geçirmeleri sonucunu doğurmuştur. 
Türk Cumhuriyetleri faktörü açısından bakıldığında; ABD ve dolayısıyla İsrail, 
ingiltere, Fransa, Almanya gibi ülkelerin dışında, bölge ülkeleri olarak, Ermenistan'ın Rusya ve özellikle İran'ın da Türk Cumhuriyetleri üzerinde etkinlik kurmaya çalıştıkları bilinmektedir. Bu ülkelerin Türkiye'nin kendi iç meseleleri ile boğuşmasını sağlayarak bölgede daha güçlü bir etkinlik kurabilmek bakımından, başta terör örgütü PKK olmak üzere her türlü karanlık oluşumlara doğrudan ya da dolaylı destek verebilecekleri de unutulmamalıdır. 

ı) Yeni Dünya Düzeni ve Türkiye 

Yeni Dünya Düzeni'nin hedefi tek merkezli homojen bir dünya yaratmaktır. Soğuk savaşın egemen olduğu günümüzde bazı devletler, sahip oldukları ekonomik ve sosyo-kültürel potansiyelleri ile yeni dünya düzenine bir engel olarak görülmektedir. Nitekim bunlardan birisi de Türkiye'dir. 
Türkiye, gelişen bir ülkedir. Bu gelişmesi her yönü ile devam etmektedir. Ortadoğu'nun siyasi, ekonomik yapısına bakıldığında büyük güç ya da orta seviyede bir süper güç olmaya aday tek ülke Türkiye'dir. Bugün bağımsızlıklarım elde etmiş Türk Cumhuriyetleri için Türkiye ister istemez bir çekim merkezi durumundadır. Türkiye, Atlas Okyanusundan Büyük Okyanus'a uzanan İslam Dünyasının merkezinde ve Japon Denizinden Adriyatik'e uzanan Türk Dünyasının öncüsü konumundadır. Bu özellik Türkiye'ye ister istemez lider ülke olma şansım getirmektedir. 
Bu bakımdan Türkiye'nin, bölgesinde bir çekim merkezi olmaktan çıkarılması ve her açıdan büyümesinin engeüenebilmesinin yegane yolu Türkiye'nin Balkanlaşünlmasıdır. Yeni dünya düzeninde Ülkemizin Doğu ve Güneydoğusunda oynanan oyunun temelinde de bu politika yatmaktadır. 
Bilindiği üzere Balkanizasyon; büyük devletlerin küçük devletlere bölünmesinin 
siyasal literatürdeki adıdır. Bu yöntem hem SSCB'ne hem de Yugoslavya'ya başarılı bir şekilde uygulanmış ve ortaya bir çok devlet çıkarılmıştır. Şimdi sıra Türkiye ve Ortadoğu'dadır. 
Osmanlıdan atta kalan topraklarda kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti, Suriye ve Irak gibi devletler yeni. dünya düzeni Avrupa'sının ölçülerine göre çok büyük devletlerdir. 
Bu nedenle Balkanizasyon politikasının temelinde, kontrol edici güçler ya da odakların denetiminde hedef ülke olan Türkiye'ye yönelmiş terör tehdidi bulunmaktadır. Doğu Avrupa, Baltık ülkeleri, Kafkasya, Ermenistan, Gürcistan politikaları, körfez krizi, Kıbrıs, Bosna- Hersek trajedisinde görülen çifte standart politika ve uygulamaları, şüphesiz yeni dünya düzeninin iki yüzlü görüntüleridir. 
Gerçekte yeni dünya düzenini arzulayanlar hedefledikleri devletleri kontrollerine 
almada; zıt güçleri birleştirmek ya da birleşik güçleri dağıtarak zayıflatmak gibi iki ilginç strateji takip etmektedirler. Bunlardan birincisine örnek olarak Kıbrıs Rum ve Türk tarafını birleştirme çabalarını, ikincisine örnek olarak ise, Sovyetler Birliğinin dağılmasını, Yugoslavya'da etnik bölünmenin teşvik edilmesini ve Türkiye'de PKK ile Kürt kimliği ve Kürt milliyetçiliği gibi sun'i sorunların gündeme getirilmesi gösterilebilir. 
Yine yeni dünya düzeninde bu stratejilere uygun olarak, din ve milliyetçilik kimi 
ulusların yönetimlerini ve ondan da öte, bütünlüklerini bozmada birer araç olarak "gizlice" desteklenirken, kimi ülkelerde ise din ve milliyetçiliğin bütünleştirici rolünü bertaraf edebilmek amacıyla bu tür gelişmeler bastırılmaya ve etkisizleştirilmeye çalışılmaktadır, örneğin; Balkanlar, Ortadoğu, İç Asya, Kafkaslar, Türkiye, bu bölgeler ve içerisinde yer alan ülkeler ve olaylar zaman zaman birinci stratejiye, zaman zaman da ikinci stratejiye konu olmaktadır. 
Her ne kadar Yeni Dünya Düzeni ve Homojen Evrensel Dünya Devleti'nden yeni yeni bahsedilmekte ve örneğin, Körfez Krizi ile Amerika önderliğinde bir çok devletin Irak'a karşı ortak hareket etmesi yeni dünya düzeninin İlk adımları olarak değerlendirilip, zemin arayışı şeklinde yorumlanmaktaysa da, gerçekte yeni dünya düzeninin hayata geçirilmesi çabalarının ve dünyanın tek devlet tarafından yönetilmesi planlarının çok öncelerden başladığı açıktır. 

2. Bölge Halkının Yaklaşımı 

Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da bölücü hareketlere etki eden unsurlar bölümünde açıklandığı gibi bir yandan ülkemizi bölmeyi, bunu başaramazlarsa ülkemizin içinde bulunduğu bölgede iyi ilişkiler geliştirip lider bir ülke konumuna gelmemizi önleyerek, ülkemizde sürekli bir iç istikrarsızlık yaratmayı amaçlayan bazı ülkelerin tutum ve yaklaşımları yanında, bölücü terör örgütü PKK ile birlikte bazı çevrelerin maksatlı iftira ve propagandalarına rağmen bölge halkı terör örgütüne destek vermemiştir. 
Terör örgütü bunun üzerine, gönüllü olarak sağlayamadığı halk desteğini ve katılımını silah zoruyla sağlayabilmek için "zorunlu askerlik" yasası adı altında bir uygulama başlatmış, "zorunlu vergilendirme" adı altında halktan zorla para toplamış, yaptırdığı toplumsal hareketlerle güvenlik güçleri ile halkı karşı karşıya getirmeye özen göstermiş, halkı kendine yardıma zorlamış ve özellikle de toplumsal gösterilerde kadın ve çocukları ön plana çıkartarak, onları güvenlik güçleriyle karşı karşıya getirerek, şiddet ve silahlı eylemlerin vuku bulması konusunda yoğun provokasyonlara girişmiştir. 
Terör örgütü PKK, her ne kadar teorik olarak Kürdistan ve Kürtçülük fikriyle hareket ettiğini iddia etmekteyse de, bugüne kadar Kürt kökenli kişilere yönelik bireysel ve toplu katliamlar gerçekleştirmiş olması, pratikte bölge halkını kalkındırmaya yönelik bütün ekonomik, kültürel ve sosyal yatırımları sabote etmesi, uyuşturucu trafiğini yönlendirmesi, bölge halkını haraca bağlaması, daha anne şefkatine muhtaç çocukları zorla kaçırarak savaşçı adı altında ölüme mahkum etmesi gibi uygulamaları, bu örgütün gerçek yüzünü ve hedefini 
gözler önüne serecek kanıtlardan sadece bir kaç tanesidir. 
Bölgenin sağduyulu halkı terör örgütü PKK'nın gerçek yüzünü görmüştür. 
Bilindiği gibi terör örgütlerinin halktan destek bulması, her şeyden önce istismar 
edebileceği olumsuz sosyo-ekonomik şartların varlığına bağlıdır. Bu nedenlerle PKK bölgede sosyo-ekonomik gelişmeyi baltalamayı kendine birinci amaç olarak kabul etmiştir. Bölücü terör örgütünün bölgede iş makinaları, haberleşme tesisleri, petrol boru hatları gibi doğrudan ekonomik hedefleri tahribe yönelmesi, bölgede yatırım yapacak iş adamlarından ve esnaftan zorla para toplayarak gerek kamu sektörü gerekse özel sektör kaynaklı yatırımlara engel 
olmayı hedeflemesi bundandır. 
Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da halkın çözüm bekleyen öncelikli sorunları; işsizliğin giderilmesi, barınma, beslenme, sağlık, eğitim gibi en temel ekonomik ve sosyal ihtiyaçlarının karşılanmasıdır. 
Bölgede yapılan bütün araştırmalar, bölge halkının en önemli sorununun işsizlik 
olduğunu göstermektedir. 
Bölgede işsizliğin giderilebilmesi, halkın refah ve mutluluğunun arttırılabilmesi 
bakımından 1960 h yıllardan bu yana bölgede bir kalkınma seferberliği başlatılmıştır. 
Ancak 1984'den bu yana terör örgütünün yatırımları baltalamaya yönelik eylemleri, devletin bölgedeki işsizliği ortadan kaldırma amacıyla başlattığı yatırım çabalarını olumsuz yönde etkilemiştir. 

1960'h yıllardan bu yana Devlet Doğu ve Güneydoğu Anadolu ile diğer bölgeler 
arasındaki gelişmişlik farkını kapatabilmek amacıyla bölgesel kalkınma planlan yaparak uygulamaya başlamıştır. Nitekim, Dünyanın en büyük baraj ve sulama sistemini içeren Güneydoğu Anadolu Projesi, etnik ayrımcılığın önüne geçilmesi gibi kaygılar bulunmaksızın, 1965 yılında uygulamaya konulmuştur. 
Gerçekte bölgede aşılmaya çalışılan sosyoekonomik sorunlar olmakla beraber Devlet her türlü olumsuzluğa rağmen yıllar önce başlattığı bölgesel kalkınma seferberliği ile Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde büyük ilerlemeler kaydetmiştir. Şüphesiz bu seferberliğin en önemli göstergelerinden bir diğeri de tamamlanması ile bölge insanının refahını had safhaya çıkaracak ve ülkenin her köşesinde sevinç şarkıları söylenmesine yol açacak olan Güneydoğu Anadolu Projesidir. 
Gururla belirtelim ki, Fırat ve Dicle nehirleri üzerinde yapımı halen devam eden 
barajlar ve yine hidroelektrik santralleri ile sulama tesislerinin yanında kentsel ve kırsal altyapı, tarımsal altyapı, ulaştırma, sanayi, eğitim, sağlık, konut turizmi ve diğer sektörlerdeki yatırımlarla birlikte sadece Güneydoğu Anadolu Bölgesini değil, tüm ülkemizi etkileyecek değişimleri de beraberinde getirecek olan GAP, çok yönlü bir bölgesel kalkınma projesidir. 
Bu projenin tamamlandığındaki amacı ise; bölgenin gelir düzeyinin en az (S) kat artması ile 2005 yılında (9) milyonu aşması beklenen bölge nüfusunun yaklaşık % 40-50 sine istihdam imkanının sağlanmasıdır. 
Aynca, vurgulanması gereken bir diğer gerçek de Doğu ve Güneydoğu Anadolu 
bölgesindeki geri kalmışlık sorununun bugünün sorunu olmadığıdır. Bu sorunun kökleri çok eskilere gitmektedir. Bölgesel geri kalmışlığın Cumhuriyet döneminden de eskilere dayanan bir geçmişi vardır. Aslında günümüzde bile bazı büyük şehirler ve buralara yakın merkezi köyler bir yana bırakılacak olursa, îç Anadolu'nun bir çok köyü ile Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun bir çok köyleri arasında fazla bir fark yoktur. 
Diğer taraftan, bölge halkınca gayet iyi bilinen başka bir hususa daha burada 
değinmekte yarar vardır. Bu da, bölge halkının sistemli olarak insan hakları ihlallerine maruz kaldığı yolundaki iddialardır. 
Gerek bölgede gerekse ülkemizde yaşayan Kürt kökenli kişiler, bu ülkenin birinci sınıf vatandaşlarıdır. Bu bakımdan bu tür iddialar gerçeği yansıtmamaktadır. Öyle ki, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 10. maddesi dil, ırk, din, renk, cinsiyet, siyasi görüş, felsefî inanç, mezhep ayırımı gözetilmeksizin herkesin kanun önünde eşit olduğunu, hiçbir fert, aile sınıf veya gruba imtiyaz tanınamayacağını hüküm altına almıştır. 
Hemen belirtilmelidir ki, terör örgütü PKK'nın bölgedeki şiddet eylemleri sonucunda; 
Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da güvenlik açısından olağanüstü bir durumun mevcut bulunduğu da bir gerçektir. Devlet, terörle mücadeleyi daima meşruiyet sınırlan içinde, demokratik hukuk kuralları çerçevesinde sürdürmektedir. 
Aslında, insan haklan ihlallerinin genellikle terör eylemlerinin görüldüğü Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde yoğunlaştığı dikkate alınırsa, bölücü terör örgütünün gerçekleştirdiği eylemlerin konu ile doğrudan bağlantısı da ortaya çıkacaktır. Nitekim, Ülkemizin diğer yörelerinde yaşayan Kürt kökenli vatandaşların insan haklan ihlalleri gibi bir iddialan söz konusu olmamaktadır. Unutulmaması gereken bir husus da, bölgede sadece Kürt kökenli vatandaşların yaşamadığıdır. Terör ve terörle mücadeleden kaynaklanan olumsuzluklar, bölgede yaşayan herkes içindir. 
Bölge halkı, gerek eğitim gerekse meslek ve yerleşim alanlarında ülkemizde herhangi bir farklı uygulamanın yapılmadığını çok iyi bilmektedir, örneğin; Türkiye'de devlet görevlerine talip obuada herkes eşit şansa sahiptir. Çünkü Türkiye'de dil, din, ırk farkı gözetilmeksizin devlet görevleri ve kademeleri herkese açıktır. Kökeni ne olursa olsun herkes en küçük memurundan Cumhurbaşkanına kadar devletin her kesiminde görev alabilir. Aynı 
şekilde herkes istediği eğitimi alabilir ve yine her isteyen ülkenin hangi yöresi olursa olsun istediği yerde yerleşip orada oturabilir." 

Tespit ve değerlendirmeleri yapılmıştır. 

7. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder